İlginin İzi
Sabahtan öğlene kadarki randevuların son hastasıydı. Öğlen arasına yarım saat kala odama girdi. Hasta listesinden, bir sonraki hasta olarak "hasta çağır" düğmesine bastığım öylesine bir isimdi benim için. İçeri koskoca bir dünya girdi. Bir sürü duyguyu beraberinde getirdi.
Sözünü ettiğim dünyanın, fiziksel olarak görünen kısmının dört kişiden oluşan bir aile olduğunu söyleyebilirim. Çok özel bir akışta içeri süzüldüler. Önce bir genç kadın. Hoş. Sade bir şıklık, ama daha önemlisi üzerine giyebileceklerinden öte bir zarafet. Çekingen bir sıcaklık. Tanımlaması zor bir "bir anda sarıveriş!" Hemen yarım adım arkasında bir insan yumağı: Baba, babasının kucağında onun sağ omzuna başını koyarak uyumuş, yaklaşık bir yaşında bir yavru ve hemen yanı başlarında yürüyen, aslında yürümeyip de her bir anda bütün bedeniyle var olarak hareket eden bir erkek çocuğu; o da altı yaşı civarında olmalı. Karışık bir tanımlama olduğunun farkındayım. Ne demek istediğim ancak o manzarayı görerek anlaşılabilirdi belki de.
Hastamın genç kadın-o topluluk için anne- olduğunu listeden öğrendiğim adından çıkardığım için masamın önündeki koltuğu ona göstererek buyur ettim. Ailenin geri kalanının diğer iki koltuğa oturmasını istedim. Kadın oturdu. Karşıma. Tam karşıma. Gözlerini dikti. Tam gözlerime. Ne diyecek diye merak ettim o anda. İlk karşılaşma için abartılı bir merak çöreklendi içime. Bakışı yüzünden. Gözlerindeki ifade yüzünden. O ifadenin koyu, kopkoyu bir hüzün olması yüzünden...
Beklemem gerekmedi. Sözler dudaklarının arasından çağladı. Hemen ardından da göz yaşları yanaklarından. "Babam," dedi, "sizin hastanızdı. Geçen yıl bu zamanlar. Kapınızda ağladığımı anımsarsınız. Babammmm diyerek ağlayışımı anımsarsınız mutlaka. Tam bugünlerde kaybettik onu. Size gelişimizden bir ay sonra. Kaybettik babamı. Gebeydim, onu da anımsarsınız. " Anımsamıyordum. Ona söyleyemedim. Bana olan güvenini, bunu söyleyerek tuzla buz edeceğimi hissettiğimden söylemedim. Bana güvendiğini nereden mi biliyorum? Babasını kurtaramamış bir doktora hasta olarak gelmesi için bir insanın başka nasıl bir nedeni olabilir? Babasının kim olduğunu ve hastalığını merak ettim. Sormadan önce "Başınız sağ olsun. Bunu öğrenmek beni üzdü. Görüyorum ki acınız halen çok taze. Sabır diliyorum. Ailenize bakınca buna yardım edecek nedenleriniz olduğunu da görüyorum." dedim. Babanın kucağındaki bebek mışıl mışıl uyuyordu. En sakin, en güvende uykulardan birinde yüzeysel soluk alış verişleri duyulmuyor da ancak belli belirsiz görülebiliyordu. En güçlü antidepresan olduğunu biliyordum. Ben dedesinin eski dosyasını açtığımda, ileri düzeyde bir akciğer kanseri olduğunu gördüğümde, tanısı kesinleşmeden hızlı bir şekilde kaybedildiğini öğrendiğimde ve annesini yatıştıracak, onun kendisini iyi hissetmesini sağlayacak bir şeyler söylemeye çalışırken o uyuyordu. Annesinin, odama girdiklerinden beri ilk kez ona bakması şunları söylemek içinmiş: "Babamın gidişinden günü gününe iki ay sonra oğlum dünyaya geldi. Adını babamın adı koyduk."
Göz yaşları artık sel gibi akıyordu ki kocası usulca araya girdi; alçak bir sesle "Karım da çok öksürüyor, nefesi yetmiyor, Doktor Hanım." Ne yapmak istediğini anlamak için yüzüne baktım. Anlayamadım. Ondan öğrenmek için "Asıl konuya gelmemizi istiyorsunuz sanırım. Haklısınız belki. Ancak karınızın odaya girer girmez yaşadıklarını göz ardı edemezdim. Hiç olmamış gibi davranamazdım. Onu rahatlatmadan, siz diğer şeyleri boş verin de kendi şikayetlerinizi söyleyin, diyemezdim. Bu yoğunluktaki bir duygu yumağını çözmeden karınıza yardımcı olamayacağıma inanıyorum çünkü. İlgimi önce onu çözmeye yönlendirmem gerektiğini düşündüm." dedim. Gözlerini yere indirdi. Hastam ise hemen atıldı; "İyi ki öyle bir şey yapmadınız, yoksa çok kırılırdım. Buraya gelmek benim için ne kadar zordu anlayabiliyor musunuz?" dedi. Anlayabiliyordum elbette. Bu sırada konuşmamız daha normal bir mecraya gelmişti. Olağan hasta hekim görüşmesini yaptık. Astım olduğunu düşündürecek bir öyküsü vardı. Zaten tanısı, hastanın anlattıklarından konan bir hastalık olduğu için işim kolaydı. Geriye muayene ve birkaç test ile diğer olasılıkları dışlayıp son kararımı vermek ve tedavisini düzenlemek kalmıştı. Hastamı muayene etmek üzere ayağa kalkıp ona doğru yürürken, odama girdiği ilk anda altı yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim erkek çocuğu ile göz göze geldik. Yüzünde ilginin en somut hali vardı. Uzansam tutabileceğim kadar somuttu sanki. Ona "Büyüyünce doktor olmak istiyor musun?" diye sordum. Düşünmeden yanıtladı: Evet. "O zaman gel bugün bir başlangıç yapalım." dedim. Annesinin solunum seslerini dinledikten sonra aynısını onun yapmasına yardım ettim. Yüzü aydınlandı. Sonra neden böyle muayene ettiğimi, neye dikkat ettiğimi anlattım. Masamın yanına geldim ve parmaktan oksijen doygunluğu ölçmeye yarayan küçük aletimi alacaktım ki vazgeçip koltuğuma oturdum. Bizim oğlanın yüzüne bakarak "Bana yardım eder misin? Şu aleti annenin bir parmağının ucuna takar mısın? Sonra da üzerindeki küçük beyaz düğmeye basıver." dedim. Mandala benzer bir mekanizması olan alet doğru yere yerleştirildi, düğmesine basıldı. Devam ettim: "Sayıları biliyor musun?" Yine net ve bu kez kendinden memnun bir "Evet" geldi. "Bana üzerindeki rakamları okur musun?" dediğimde bir yandan ben de okumuş ve hastamın dosyasına not ediyordum. Anne telaşla rakamların doğrusunu söylemeye çalışırken onu yatıştırdım. "Bırakın," dedim,"asistanım söylesin. Merak etmeyin her şey kontrolüm altında." Rastgele rakamlar, en zor sınavı kazanmış bir edayla sıralandı. "Sizinle çalışmak benim için mutluluktu, sayın asistanım." diyerek bu küçük tiyatro sahnesinde perde kapattığımda geleceğe bu anının hangi duygularla taşınacağını merak ediyordum. Babanın bir kez daha bizi uyarmasına fırsat vermeden tetkikleri isteyip açıklamasını yaptım ve sonuçları göstermek için hemen yanıma gelebileceklerini söyledim. Bu sırada da masamın üzerinde duran küçük bir not defteri ve kalemini asistanıma vermeyi ihmal etmedim.
Sonuçlarını görmek için yemeğe gitmeden bekleyeceğimi söylemiştim. Biri omuzda uyuyan iki küçük çocukla daha fazla beklemelerini istemedim. Bir an önce işlerini bitirip göndermek iyi olacaktı. Biraz sonra geldiler. İçeri girdiklerinde ufaklık uyanmış ve bebek arabasındaki yerini almıştı. Asistanım duraksamadan yanıma geldi. Az önce ona verdiğim defteri uzatarak "Bunu benim için imzalar mısınız?" dedi. İlk sayfasını açtım, Adını öğrenerek ona ithafen iyi dilekler yazdım. Sonra en alta ekledim: Senin doktor olduğunu görebilmeyi dilerim... Uzun bir ömrü garantilemek için hiç bir fırsatı kaçırmıyorum.
Bütün verileri birleştirince astım tanısı destekleniyordu. Hastalık hakkında bilgi verecektim ki hastam "Az önce benimle ilgilenmeniz bana çok iyi geldi. Aldırmasaydınız ne yapardım bilmiyorum" dedi. Böyle hissettiğini zaten anlamıştım, ama kocasının söyledikleri beni şaşırttı. "Doktor Hanım, az önce işinize karışmış gibi oldum. Sakın yanlış anlamayın. Ayıp ettiysem özür dilerim. Eşimin üzüldüğünü görmeye dayanamıyorum. Konu bir an önce kapanırsa kendini daha fazla kötü hissetmez diye düşündüm." dedi. İkimiz de kadının iyiliğini istemiştik ve bunu en iyi nasıl yapabileceğimizi düşünüyorsak öyle davranmıştık. Benim seçimimin işe yaramış olması şanstı. Yine de altını çizmeden geçemeyeceğim bir gözlemimi onlarla paylaşmalıydım. "Sizin karınızı bu denli düşünmeniz ne kadar güzel. Bu destek mutlaka ona iyi geliyordur. Dün astımlı bir hastam, kocasının sigara içmesinden ne kadar rahatsız olduğunu, gece yatağa geldiğinde parmaklarının arasına sinmiş sigara kokusunun nefesini daralttığını ama bir türlü kocasına bunu anlatamadığını söyledi. Çaresizliği içime dokunmuştu. Şimdi sizin bu inceliğiniz bana da iyi geldi." dedim. Hastam kocasına minnetle bakarken karşılığını sevecen bir ilgi ile aldı.
Bir şeyler daha konuştuk. Nelerdi anımsamıyorum şimdi. Asistanım, bütün bunlar olurken kardeşiyle ilgilendi. Kimse ondan bunu istememişken kardeşini oyalama işini üstüne almıştı; onu güzel güzel oynattı ve güldürdü. Ama herkesin bir sınırı var. Sonunda bebek mızmızlanmaya ve hemen ardından sesli ağlamaya başlayınca "muayenenin" sonuna geldiğimizi hepimiz birden kabul ediverdik.
Kontrol randevusunu iple çekeceğim. Sanırım onlar da. Yine maaile gelmelerini umuyorum. Bir de rahat zamanlara denk gelmesini. Onlarla dilediğimce ilgilenebilmek için...
©Göksel Altınışık Ergur
yayınlanma tarihi: 28.3.2018
Sözünü ettiğim dünyanın, fiziksel olarak görünen kısmının dört kişiden oluşan bir aile olduğunu söyleyebilirim. Çok özel bir akışta içeri süzüldüler. Önce bir genç kadın. Hoş. Sade bir şıklık, ama daha önemlisi üzerine giyebileceklerinden öte bir zarafet. Çekingen bir sıcaklık. Tanımlaması zor bir "bir anda sarıveriş!" Hemen yarım adım arkasında bir insan yumağı: Baba, babasının kucağında onun sağ omzuna başını koyarak uyumuş, yaklaşık bir yaşında bir yavru ve hemen yanı başlarında yürüyen, aslında yürümeyip de her bir anda bütün bedeniyle var olarak hareket eden bir erkek çocuğu; o da altı yaşı civarında olmalı. Karışık bir tanımlama olduğunun farkındayım. Ne demek istediğim ancak o manzarayı görerek anlaşılabilirdi belki de.
Hastamın genç kadın-o topluluk için anne- olduğunu listeden öğrendiğim adından çıkardığım için masamın önündeki koltuğu ona göstererek buyur ettim. Ailenin geri kalanının diğer iki koltuğa oturmasını istedim. Kadın oturdu. Karşıma. Tam karşıma. Gözlerini dikti. Tam gözlerime. Ne diyecek diye merak ettim o anda. İlk karşılaşma için abartılı bir merak çöreklendi içime. Bakışı yüzünden. Gözlerindeki ifade yüzünden. O ifadenin koyu, kopkoyu bir hüzün olması yüzünden...
Beklemem gerekmedi. Sözler dudaklarının arasından çağladı. Hemen ardından da göz yaşları yanaklarından. "Babam," dedi, "sizin hastanızdı. Geçen yıl bu zamanlar. Kapınızda ağladığımı anımsarsınız. Babammmm diyerek ağlayışımı anımsarsınız mutlaka. Tam bugünlerde kaybettik onu. Size gelişimizden bir ay sonra. Kaybettik babamı. Gebeydim, onu da anımsarsınız. " Anımsamıyordum. Ona söyleyemedim. Bana olan güvenini, bunu söyleyerek tuzla buz edeceğimi hissettiğimden söylemedim. Bana güvendiğini nereden mi biliyorum? Babasını kurtaramamış bir doktora hasta olarak gelmesi için bir insanın başka nasıl bir nedeni olabilir? Babasının kim olduğunu ve hastalığını merak ettim. Sormadan önce "Başınız sağ olsun. Bunu öğrenmek beni üzdü. Görüyorum ki acınız halen çok taze. Sabır diliyorum. Ailenize bakınca buna yardım edecek nedenleriniz olduğunu da görüyorum." dedim. Babanın kucağındaki bebek mışıl mışıl uyuyordu. En sakin, en güvende uykulardan birinde yüzeysel soluk alış verişleri duyulmuyor da ancak belli belirsiz görülebiliyordu. En güçlü antidepresan olduğunu biliyordum. Ben dedesinin eski dosyasını açtığımda, ileri düzeyde bir akciğer kanseri olduğunu gördüğümde, tanısı kesinleşmeden hızlı bir şekilde kaybedildiğini öğrendiğimde ve annesini yatıştıracak, onun kendisini iyi hissetmesini sağlayacak bir şeyler söylemeye çalışırken o uyuyordu. Annesinin, odama girdiklerinden beri ilk kez ona bakması şunları söylemek içinmiş: "Babamın gidişinden günü gününe iki ay sonra oğlum dünyaya geldi. Adını babamın adı koyduk."
Göz yaşları artık sel gibi akıyordu ki kocası usulca araya girdi; alçak bir sesle "Karım da çok öksürüyor, nefesi yetmiyor, Doktor Hanım." Ne yapmak istediğini anlamak için yüzüne baktım. Anlayamadım. Ondan öğrenmek için "Asıl konuya gelmemizi istiyorsunuz sanırım. Haklısınız belki. Ancak karınızın odaya girer girmez yaşadıklarını göz ardı edemezdim. Hiç olmamış gibi davranamazdım. Onu rahatlatmadan, siz diğer şeyleri boş verin de kendi şikayetlerinizi söyleyin, diyemezdim. Bu yoğunluktaki bir duygu yumağını çözmeden karınıza yardımcı olamayacağıma inanıyorum çünkü. İlgimi önce onu çözmeye yönlendirmem gerektiğini düşündüm." dedim. Gözlerini yere indirdi. Hastam ise hemen atıldı; "İyi ki öyle bir şey yapmadınız, yoksa çok kırılırdım. Buraya gelmek benim için ne kadar zordu anlayabiliyor musunuz?" dedi. Anlayabiliyordum elbette. Bu sırada konuşmamız daha normal bir mecraya gelmişti. Olağan hasta hekim görüşmesini yaptık. Astım olduğunu düşündürecek bir öyküsü vardı. Zaten tanısı, hastanın anlattıklarından konan bir hastalık olduğu için işim kolaydı. Geriye muayene ve birkaç test ile diğer olasılıkları dışlayıp son kararımı vermek ve tedavisini düzenlemek kalmıştı. Hastamı muayene etmek üzere ayağa kalkıp ona doğru yürürken, odama girdiği ilk anda altı yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim erkek çocuğu ile göz göze geldik. Yüzünde ilginin en somut hali vardı. Uzansam tutabileceğim kadar somuttu sanki. Ona "Büyüyünce doktor olmak istiyor musun?" diye sordum. Düşünmeden yanıtladı: Evet. "O zaman gel bugün bir başlangıç yapalım." dedim. Annesinin solunum seslerini dinledikten sonra aynısını onun yapmasına yardım ettim. Yüzü aydınlandı. Sonra neden böyle muayene ettiğimi, neye dikkat ettiğimi anlattım. Masamın yanına geldim ve parmaktan oksijen doygunluğu ölçmeye yarayan küçük aletimi alacaktım ki vazgeçip koltuğuma oturdum. Bizim oğlanın yüzüne bakarak "Bana yardım eder misin? Şu aleti annenin bir parmağının ucuna takar mısın? Sonra da üzerindeki küçük beyaz düğmeye basıver." dedim. Mandala benzer bir mekanizması olan alet doğru yere yerleştirildi, düğmesine basıldı. Devam ettim: "Sayıları biliyor musun?" Yine net ve bu kez kendinden memnun bir "Evet" geldi. "Bana üzerindeki rakamları okur musun?" dediğimde bir yandan ben de okumuş ve hastamın dosyasına not ediyordum. Anne telaşla rakamların doğrusunu söylemeye çalışırken onu yatıştırdım. "Bırakın," dedim,"asistanım söylesin. Merak etmeyin her şey kontrolüm altında." Rastgele rakamlar, en zor sınavı kazanmış bir edayla sıralandı. "Sizinle çalışmak benim için mutluluktu, sayın asistanım." diyerek bu küçük tiyatro sahnesinde perde kapattığımda geleceğe bu anının hangi duygularla taşınacağını merak ediyordum. Babanın bir kez daha bizi uyarmasına fırsat vermeden tetkikleri isteyip açıklamasını yaptım ve sonuçları göstermek için hemen yanıma gelebileceklerini söyledim. Bu sırada da masamın üzerinde duran küçük bir not defteri ve kalemini asistanıma vermeyi ihmal etmedim.
Sonuçlarını görmek için yemeğe gitmeden bekleyeceğimi söylemiştim. Biri omuzda uyuyan iki küçük çocukla daha fazla beklemelerini istemedim. Bir an önce işlerini bitirip göndermek iyi olacaktı. Biraz sonra geldiler. İçeri girdiklerinde ufaklık uyanmış ve bebek arabasındaki yerini almıştı. Asistanım duraksamadan yanıma geldi. Az önce ona verdiğim defteri uzatarak "Bunu benim için imzalar mısınız?" dedi. İlk sayfasını açtım, Adını öğrenerek ona ithafen iyi dilekler yazdım. Sonra en alta ekledim: Senin doktor olduğunu görebilmeyi dilerim... Uzun bir ömrü garantilemek için hiç bir fırsatı kaçırmıyorum.
Bütün verileri birleştirince astım tanısı destekleniyordu. Hastalık hakkında bilgi verecektim ki hastam "Az önce benimle ilgilenmeniz bana çok iyi geldi. Aldırmasaydınız ne yapardım bilmiyorum" dedi. Böyle hissettiğini zaten anlamıştım, ama kocasının söyledikleri beni şaşırttı. "Doktor Hanım, az önce işinize karışmış gibi oldum. Sakın yanlış anlamayın. Ayıp ettiysem özür dilerim. Eşimin üzüldüğünü görmeye dayanamıyorum. Konu bir an önce kapanırsa kendini daha fazla kötü hissetmez diye düşündüm." dedi. İkimiz de kadının iyiliğini istemiştik ve bunu en iyi nasıl yapabileceğimizi düşünüyorsak öyle davranmıştık. Benim seçimimin işe yaramış olması şanstı. Yine de altını çizmeden geçemeyeceğim bir gözlemimi onlarla paylaşmalıydım. "Sizin karınızı bu denli düşünmeniz ne kadar güzel. Bu destek mutlaka ona iyi geliyordur. Dün astımlı bir hastam, kocasının sigara içmesinden ne kadar rahatsız olduğunu, gece yatağa geldiğinde parmaklarının arasına sinmiş sigara kokusunun nefesini daralttığını ama bir türlü kocasına bunu anlatamadığını söyledi. Çaresizliği içime dokunmuştu. Şimdi sizin bu inceliğiniz bana da iyi geldi." dedim. Hastam kocasına minnetle bakarken karşılığını sevecen bir ilgi ile aldı.
Bir şeyler daha konuştuk. Nelerdi anımsamıyorum şimdi. Asistanım, bütün bunlar olurken kardeşiyle ilgilendi. Kimse ondan bunu istememişken kardeşini oyalama işini üstüne almıştı; onu güzel güzel oynattı ve güldürdü. Ama herkesin bir sınırı var. Sonunda bebek mızmızlanmaya ve hemen ardından sesli ağlamaya başlayınca "muayenenin" sonuna geldiğimizi hepimiz birden kabul ediverdik.
Kontrol randevusunu iple çekeceğim. Sanırım onlar da. Yine maaile gelmelerini umuyorum. Bir de rahat zamanlara denk gelmesini. Onlarla dilediğimce ilgilenebilmek için...
©Göksel Altınışık Ergur
yayınlanma tarihi: 28.3.2018
Yorumlar
Hepimiz her an birbirimizden öğreniyoruz; neyin yapılması neyin yapılmaması gerektiğini.
Merhaba.
Dokunaklı yazını, tekrar okudum. Bu defa, anlattıklarını sanki yaşıyormuşum gibi okudum. Önceki bir yazın ile ilgili yorumumda “tasvirlerin harika!” diye yazmıştım. Burada da belirtmeliyim ki; ilgiyi uzanınca tutulabilecek bir şey olarak tasvir etmen, şairin “lambada titreyen alev üşüyor” demesi gibi müthiş. Ayrıca diyeceğim şudur: Aristoteles, “Ruhun güzelliği, bedenin güzelliği kadar kolaylıkla görülmez.” demiş. Ama sen, ruhun güzelliğini de görme kolaylığını keşfetmiş ve bunu yansıtma ustalığına erişmiş gibisin. Bu ustalığınla da dört kişilik bir aileye, kendine de iyi gelen bir sağaltım uygulamışsın. Seni yürekten kutluyorum. Senin böyle ustalıkların da bize iyi geliyor. Sırf bunun için kendine iyi bakmanı ve Tanrı’dan seni nazarlardan korumasını dileriz…
Sevgilerimizle…