Bir kişi yeter
BİR KİŞİ YETER
Uzak diyarlarda içe çöreklenmiş bir anlık yalnızlık duygusuyla yazılan yazı kimlerde, nasıl yansımalar yapar bilinmez. Aslında sosyal medyadan paylaşılmış bir yazıysa öğrenilme olasılığı, kitap ya da dergiye göre epeyce yükselir. Ya yazının altına yazılan, ya duyurulduğu kaynağa gelen ya da yolda izde karşılaşılınca söze dökülen yorumlar sayesinde bilinir. Bu sabah yazıp sayfama koyduğum, ilk önüme çıkan ortamlardan duyurduğum yazımda da böyle oldu. Zaten bu seferki gezide yaşananları anlatma işini bir tür günlüğe çevirmeyi aklıma koymuştum, sevgili Taner Akman'a verdiğim söz nedeniyle zamanlamasını öne çektim.
Oğlu Los Angeles'ta çok başarılı bir öğrenci. Ege Tıp'91 mezunları olarak yeğenimizi gururla izliyoruz babasının paylaşımları aracılığıyla. Amerika'daki ilk sabahımda hissettiklerim, yazımı okuyanlarda değişik etkiler yapmış olsa da "acaba oğlumun da bize göstermediği yalnızlık anları var mı?" kaygısına yol açtığı için o babanın yüreğine su serpmek, bunu da bir an önce yapmak boynumun borcu oldu.
Öyle uydurma bir gerekçe değil sunacağım. Diyorum ki "Yalnızlık dediğin nedir? Bir kişi yeter silip atmaya!" Bunu daha önce pek çok kişiye söyledim. En son, kalabalıklar içinde kendisini yalnız hissettiğini söyleyen bir dosta fısıldadığımı anımsıyorum. İnandığım için uzatıyorum bu dalı. Beni tuttuğuna göre, başkalarında da işe yarayacağını bilerek... Evet, bir kişi yeter...
Kahvaltıdan sonra o duyguları kaleme aldım. Fotoğraf için, dost buluşmasından sonra diye zaman verdim. Bu zamanı beklemeye koyulmuştum ki ne göreyim? Sevgili eşim whatsupta... Ne var bunda diye düşünülebilir ilk anda, ama tanıyanlar bilir ki kendisi sosyal medyada hiçbir şekilde yer almamaktadır. Kararlılıkla uzak durmaktadır. Ama ben ondan uzaktayken yanımda olabilmek için, her zaman yanımda olduğunu hissettirebilmek için geçici olarak bu ilkesinden taviz vermiş. Adını orada gördüğüm an yüreğimde uçuşan kelebekler ne yalnızlık bıraktı, ne hüzün. Hele ardından söyleşmek...Sevdiğim yetmişti karanlık duyguları silip atmaya...
Biraz sonra lise arkadaşım geldi. Hemen karşılaşır karşılamaz hesapladık aradan kaç yıl geçtiğini. Ne gereği varsa... İkimiz birden, ne kadar oldu birbirimizi görmeyeli, diye sorunca hesaplamak kaçınılmaz oldu. Sonuç, tamı tamına otuz üç yıl çıkınca, bilmemezlikten gelmeyi seçtik... Kolay mı onca zamanı tükettiğin gerçeğiyle yüzleşmek? Yine de çabuk atlattık travmasını. Arada geçen yıllarda neler yaptığımızı özetlemeye koyulduk. Sıraladıkça, o yılların tükenmediğini, büyümekle, gelişmekle, dönüşmekle geçirdiğimiz için bizi çoğalttığını gördük. Kilometre taşlarını döşedikten sonra ince ayrıntılara geçtik. Uzun süreceği belliydi; dile kolay otuz üç yıl. Bizim de zamanımız vardı. Öyle turistik yerler, seaworld, zoo vs demedik. Sergilemek için hayvanları özgürlüğünden koparan yerlerdense yavrulamak için toplaştıkları küçük koyda sere serpe yatan fok balıklarını uzaktan seyretmeye gittik. Alışveriş merkezi yerine okyanusa karşı bankta oturup hayat derslerimizi anlatıp birbirimize iyi geldik. Ara sokaklarda dolaştık ve bu sırada konuştuk konuştuk. Yaşamım film şeridi gibi geçti belleğimden. Sonunda da bugün gelmiş olduğum noktayı daha net gördüm, daha çok sevdim, içime sindiğini gördüm ve bunu dile getirdim. Sabahki duygular mı? Eser kalmayalı çok olmuştu. Bir dost yetmişti anı paylaşmaya...
Yarın kongrede sunulacak çok merkezli bir çalışmada adımın yazarlar arasında yer aldığını kongre programından ilgili sayfanın fotoğrafını çekerek duyurdum. Gelecek çalışmaların, işbirliğinin ve bunun ülkemizdeki hastaların tedavisine sağlayacağı (ki şu ana dek tedavisi bilinmeyen bir hastalıkta umut veren gelişmeler oluyor diye) katkının habercisi olduğunu gören sevgili hocam Eyüp Sabri Uçan bana mesaj gönderdi: "Biliyorum hep sorular sorar, yanıtlarını bulmak ve alışılmışın ötesine geçmek için çaba gösterirsin. Soru sormayı ve sorgulamayı bir ömür sürdürmeni diliyorum." Ona ışığım, rehberim, elimden tutan hocam olduğunu ve onun yolundan gittiğimi yazdığımda yanıtı tüylerimi diken diken etti: "Bu yol Cumhuriyetin ilk kuşağının aydınlattığı Nusret Karasu-İlhan Vidinel yolu. Aydınlığın elden ele iletildiği ışık yolu. Geçmişten geleceğe uzanan bu güzel insanlar zincirinde kayıp/kopuk halka olmamak için özen göstermek çok önemli." Destekleyen ve güvenen bir öğretmen yeter umutsuzluğu silip atmaya...
Yine başa döndüm yani. Bu sabahki yazımın başına: Günlerdir hem canımı sıkan olaylar hem de nefes aldıran anlar yaşıyorum. Birbiri ile iç içe. Birinin ardından diğeri, hemen arada bir başkası, ona eklenen bir diğeri... Her biri kendi duygusunu yaşatıyor. Üzülecek bir olay olduysa üzülüyor, ardından keyfimi yerine getiren bir anda kahkaha atıveriyorum. Duruma göre keder ya da sevinç gözyaşlarıyla akıveriyor içimdeki duygu. Asla birbirine bulaştırmıyorum bu duyguları. Her birinin ayrı ayrı hakkını veriyorum. Böyle olunca da kendi kendimi hiç bir ana saplanıp kalmış hissetmiyorum. Yaşam anlardan oluşuyor, ben bir bir bunları topluyorum. Geldiği gibi; kabullenerek.
©Göksel Altınışık Ergur
yayınlanma tarihi: 20.5.2018
Yorumlar
Tekrar Merhaba.
Burası için Günaydın, bulunduğun uzak diyarlar için ne demeliyim?
Yalnızlık için iyimser güzel görüşleri düşünmeni isterim. Güzel bir şarkıda “Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar…” diyor ya, yıldız olduktan sonra ne istenir ki? Şair de “Bir ağaç gibi tek ve hür…” dememiş mi?
Sevgili Ali’nin, her zaman yanında olduğunu hissettirebilmek için sosyal medyada yer almama ilkesinden taviz verip WhatsApp aracılığıyla yüreğinde kelebekler uçuşturması, karanlık duyguların sana yakışmadığını anlatıyor olmalı…
Osho, “İyi yaşamak için acele et ve şunu bil ki her gün, başlı başına bir hayattır.” diyor. Seneca da “Hayat bir nefestir, aldığın kadar. / Hayat bir kafestir, kaldığın kadar. / Hayat bir hevestir, daldığın kadar…” diyor…
Horatius’un da “Carpe diem, quam minimum credula postero. (Anı yaşa, yarın da gelip geçecek; dün olacak)” dediğini biliyorsundur…
Yüzünden gülücükler eksik olmasın.
Özledik, bekliyoruz…