Ah, o kanatlar

Ah, O Kanatlar!


Burada paylaştıklarım, yaşananlara bakış açımın ayrıntılarını düzenli okuyanlara iletiyor diye düşünüyorum. Benzer vurguları, farklı saptamalarımdan sonra yaptığımı fark ettiğim için bunu söylüyorum. Birkaç başlık altında sıralanabilecek bu bakış açılarından biri: "Yaşam, yolumuza yanıtlar serpiştirmiş." İş ki zihnimizi açıp soruları bulmuş olalım, gözümüzü açıp bu yanıtları görelim. Üstelik bu çabanın bize bir katkısı daha var: An'da kalmamızı da sağlar.

Epey uzun zamandır ayarlamalar yaptığımız, her defasında iki taraftan birinin engeli çıkması nedeniyle ertelenen buluşma, "Olmuyorsa daha iyi bir zamanda olacağı içindir" sözüne hakkını verecek biçimde gerçekleşti. Önceki ayarlamalar hep iki arada bir derede, ayak üstü, onu yaparken araya bu da giriverir tarzındaydı. Oysa dün, yalnızca bu buluşma için gün boşaltıldı, ev boşaltıldı, ayarlanan zamana bir sınır konmadı. Zihinler ve yürekler zaten çoktan beri hazırdı.

Buluşmanın karşı tarafı özel bir insan. Kerrar Kaptan; Kerrar Karagözoğlu. O bir pilot. Emekli, demek istemiyorum, çünkü onun ruhu pilot. Fiziksel olarak uçmayı bırakmış olsa da bir pilot, ki bununla ilgili bakış açısı bile o "yaşamın serpiştirdiği yanıtlardan". Oraya da geleceğim.

Söyleşide ben dinleyiciydim. İlk kez karşılaştığım -her ne kadar çeşitli nedenlerle içimde efsaneleştirdiğim- bir insanı tanımaya çalışırken bunu mesleği bağlamında yapmak ilginç bir deneyimdi. Kaldı ki o kendisini işi ile tanımlıyordu. Kitap okumak dışında bir ilgi alanı olmadığını, resim yapanlara imrendiğini söylese de oturma odasına dağılmış kitaplardan sıkı bir kitapsever olduğunu görebiliyordum. Meslektaşlarım, öğrencilerim, arkadaşlarımdan bazılarının "Ben kitap okumuyorum," dedikleri, bunu hangi duygu ile söylediklerini anlamaya çalıştığım ve pişmanlık içermediğini görmekle hayal kırıklığı yaşadığım anları düşününce tevazusunun yersiz olduğuna karar verdim. Gördüğüm, sonra da konuşması sırasında tümce aralarında kolayca sezdiğim üzere gerçekten iyi bir kitap okuru olmalıydı. Bu da ciddi bir "ilgi alanıydı" bana göre. Kalkmak üzere iken bu görüşümü onunla da paylaştım. Hatta "yazmayı" da buna kolayca ekleyebileceğini, her entelektüel gibi bunun bir sorumluluk olduğuna inandığımı söyledim. Anlatımı bu denli akıcı birisinin yazarken de aynı çizgiyi yakalayacağından kuşkum yoktu. Bir an gözleri parladı sanki. "neden olmasın?" dediğinde içimde bir umut belirdi. En sonunda "deneyeyim iyisi mi" dediğinde keyiften dört köşeydi. "O zaman hayata geçirmenizi takip edeceğim; bu konuda her tür desteğe hazırım" diyerek yanından ayrılırken fazla beklemem gerekmeyeceğini düşünüyordum. 

Bütün konuşma boyunca etkilendiğim çok sayıda anekdot, saptama, sorgulama, kafamda soru işaretleri doğuran değerlendirme oldu. Nasıl zenginleştirici bir söyleşi olduğunun en değerli işaretleri bunlar. Yaşam dersi olarak altını çizdiğim, ona yineletip kendim de içimden ve yakın çevreme dışından (evet, yalnızca bir günde bile kaç kişiye anlattım) yineleyip durduğum kısma gelelim. Uçakta teknolojinin kullanılmasının önemini, bunun içinde pilotun yerini, hele de deneyimleriyle kazandığı ustalığının değerini anlatırken şöyle söyledi: "Uçuyorsunuz, baktınız bir sorun ortaya çıktı. Ne oldu, nerede sorun var, hangi bölümde acaba, nasıl düzeltirim vs sorularını bir kenara bırakmalı ve hemen sistemi devre dışı bırakıp uçağın kontrolünü elinize almalısınız. Hele bir uçağı uçur önce, sonra fırsat olursa bu sorulara döner, sorunu bulur, çözebiliyorsan çözersin. Eğitimde böyle öğrettiler bize: Fly the aircraft first! ("önce uçağı uçur!") Bu nedenle pilotların teknolojiden bağımsız olarak uçağın en iptidai koşullarda yere güvenle indirilmesini sağlayacak kadar mesleki donanıma sahip olması gerekir."

Konuşma mecrasında devam ederken ben burada bir süreliğine çakılı kaldım. Sözü edilen uçak kullanmak, uçuş sırasında çıkacak sorunlarla baş etme yöntemleri idi. Hiç de değil. Sözü edilen yaşamdı. Yaşamak, bu sırada ortaya çıkacak sorunlarla baş etme yöntemleriydi. Siz anladınız ne demek istediğimi, ama ben yine de açayım. Kendi bakış açımdan nasıl göründüğünü vereyim. Hepimiz olaylara ve olgulara, yaşama bakış açımız doğrultusunda anlamlar yüklemez miyiz? Bir masal dinlerken, anlatmak için bir masalı seçerken bile her insanın kendi içinde bir yere karşılık gelmesini ölçüt aldığının yakından tanığıyım. Okuduğumuz kitapları, izlediğimiz filmleri o dönemdeki ruh halimiz, yaşadıklarımız ve seçimlerimiz ile bağlantılı olarak değerlendirmez miyiz? Hatta bunlar değiştikçe algılamamız da değişmez mi?

Hele uçağı bir uçur bakalım, benim için "kriz anlarında, sorun olarak algıladığın durumlarda nedenlerini, nasıllarını, neler yapılacakları düşünüp kimi zaman yanlış itham, vesvese, çözüm getirmeyen eylemler oldukları sonradan ortaya çıkacak düşüncelerle zaman kaybetme" öğüdü işlevi gördü. Önce kontrolü eline al! Yaşamı güvenli bir çizgide yola sok! Yani, önce uçağı kendi elinle uçur. Sonra, başta zihninden kovduğun düşüncelere, üzerinde sakince ve ayrıntısıyla kafa yorup da içine sinen kalıcı önlemler ve çözüm yöntemleri ile aynı sorunun yeniden yaşanmamasını garanti altına alırsın.

Bu özel söyleşi tek bir yaşam dersi için yaşanmış olamazdı. Evet, çok değerliydi. Aklımdan türlü örnekler geçirerek öncemi değerlendiriyor, sonrama ışık tutmaya çalışıyorum. Dediğim gibi, benim için yalnızca bir ders yoktu. Çok fazlasıydı. Örnek verecek olursam: Pilotumuz artık yetmiş dokuz yaşında. On dört yıldır uçak uçurmuyor. Kırk altı yıl bilfiil pilotluk yapmış. Çok farklı uçaklarla deneyimi olmuş. Kullanım açısından aralarında nasıl bir fark olduğunu sorduğumuzda anlayabileceğimiz şekilde bilgi verdikten sonra şunu ekledi: "Ben bir tipten diğerine geçince öncekini aklımdan silerdim. Yenisini öğrenmeye, onu onun kurallarına göre uçurmaya odaklanırdım. Bazen arkadaşlarımızın "Ama diğer tip uçakta şöyle yapıyorduk," diyerek yeniye direnç gösterdiklerine tanık olduğumda kendi yaklaşımımın farkına vardım." Uçmaya nasıl baktığını öylesi tutkuyla anlatıyordu ki bu noktada, uçmayı özleyip özlemediğini sormak kaçınılmazdı. Yanıtı yeni dersimdi: "Şimdi uzun süredir uçmuyorum. Yaşımın artık izin vermeyeceğini bildiğimden zamanı geldiğinde bıraktım; yine aynı şeyi yapıyorum. Yani yeni dönemi yaşıyorum, öncekine takılıp kalmıyorum."  Bu dersi yorumlamama sanırım gerek yok. 

Gençlikte Richard Bach'ın Martı'sıyla uçmaya kafayı takmıştım. Uzun da sürdü. Çok şiirime girdi martılar, uçmak. Bazen de uçamamak.


UÇ/AMA/MAK
Bu kanatlar eklendi ekleneli
İçimde bir acı, bir acı

Görüp uçanları 
Kanatsız olmak
Bilip uçmayı
Kök salmak zorunda kalmak

Yine içimde sızı, yine sızı

Gidip gidip döndüğüm yer
Penceremin kıyısı

Martı dedim, ama benim bir numaralı kitabım Küçük Prens. Yazarı Antoine de Saint-Exupéry, Savaş Pilot'u eserinde Birinci Dünya Savaşı'nda uçan bir avuç Fransız savaş pilotunun hikâyesi aracılığıyla insanı ve yaşamın anlamını da sorgulamış. Benim için çok özel olan bir yazarın aynı zamanda pilotluk yapmış olması hep hoşuma gitmiştir. Adının karşısında "Yazar, pilot" yazıyor. Savaş sırasında kendisi de pilot olarak görev almış, ama yalnızca asker mektuplarını taşıyan bir kargo uçağını kullanmayı yeğlemiştir. Zaten 1945 yılında denize düşen uçağı ile görünür dünyadan kaybolup eserleri ile yaşamayı sürdürmüştür. Savaş Pilot'unda şöyle yazıyor: "Benim uygarlığım, İnsan'ın hükümdarlığını kurmak için İnsan adına yapılan fedakârlığı Yardımseverlik olarak adlandırıyor. Yardımseverlik, aciz kişiye yardım ederek İnsan'a fedakârlıkta bulunmaktır. İnsanı insan yapan odur. Yardımseverliğin acizliği onurlandırdığını iddia ederek İnsan'ı inkâr eden ve böylece kişiyi ebedi bir acizliğe mahkûm edenlere karşı savaşacağım. İnsan için savaşacağım. Ama aynı zamanda kendimle savaşacağım." Sevmekte haksız mıyım?

Şimdi sevdiğim bir pilot var. Bir de dileğim: Adının karşısında "pilot, yazar" yazması...




©Göksel Altınışık Ergur


yayınlanma tarihi: 18.7.2018










  

  

Yorumlar

Unknown dedi ki…
"Ben bir tipten diğerine geçince öncekini aklımdan silerdim. Yenisini öğrenmeye, onu onun kurallarına göre uçurmaya odaklanırdım. Bazen arkadaşlarımızın "Ama diğer tip uçakta şöyle yapıyorduk," diyerek yeniye direnç gösterdiklerine tanık olduğumda kendi yaklaşımımın farkına vardım." İşte benim prensibim. 👍
Bostan dedi ki…
Cok sevdigim ve saygi duydugum Kerrar Kaptan'imla biraraya gelmenizden ve onun hakkindaki had safhada ozenli ve guzel paylasimlarindan oturu cok mutlu oldum. Anlatimin bana kendimi o keyifli sohbet sirasinda sanki oradaymisim gibi hissettirdi. Yazilarinin devamini bekliyoruz.. Basarular ve sevgiler..
Aşk dedi ki…
Hele uçağı bir uçur bakalım �� Hayatımın mottosu bu olmalı��Çok güzel bir paylaşım oldu benim için hocam. Yüreğinize sağlık yine keyifle okudum ����
Sevgili Göksel’imiz,
Merhaba.
İyi akşamlar olsun.
Bugünkü yazını, Sayın Ensar Aktaş’ın “Ya şu sürüyle yıldızlara ne demeli / Yıldızlar küçücük, canım / Bunu bilmeyecek ne var / Laf aramızda, / Ben onları bir bir topluyorum bazen / Uykumun kaçtığı gecelerde / Ve bilya oynuyorum onlarla” dediği “Küçük Dünya” adlı şiirini okuyup paylaştıktan sonra okudum. Paylaştıklarını düzenli okuyan olarak kendime ait bir sır vereyim; onlar, yaşam yoluma serpiştirilmiş yıldızlar gibi ve ben de onları bir bir topluyorum, ama an’da kalmıyorum, geçmiş ile gelecek arasında pikeler (PİKE: Uçağın yüksekten, hedef üzerine büyük bir açı ile inmesi… Uçağın yüksekten hedefin üzerine dik olarak saldırması… Yüksek bir yerden suya dik olarak dalma…) yapıyorum. Bir yerde yanlış anlamam mı var dersin?
Yazın, konusu olan Kerrar Kaptan’ın (Kerrar Karagözoğlu) özel bir insan olduğunu çok güzel anlatıyor, tasvirlerin harika yani.
Pilot eğitiminde “önce uçağı uçur!" ilkesi “Kervan yolda düzelir (anlamı: Bir işin içine girdikten sonra düzelmesi beklenmelidir. İşin sorunları işin içinde çözülür. Bu şekilde olması hem bu işe gönül koymuş kişiler tarafından başarıya ulaşılmasını sağlar, hem de sorunları zamanında ve yerinde tespit etmeyi sağlar.)” atasözüne uygun bence… Tıp eğitiminde de hasta bakımının temel ilkesinin "önce zarar verme" (primum non nocere) söylemi olduğunu biliyorsundur…
Kerrar Kaptan’ın çok farklı uçaklarla deneyimi ile ilgili olarak "… Ben bir tipten diğerine geçince öncekini aklımdan silerdim. Yenisini öğrenmeye, onu onun kurallarına göre uçurmaya odaklanırdım…” deyişinde kendimi buldum; ben de vereceğim dersleri her sene yeniden hazırlardım, önceki senenin derslerini tekrar etmezdim. Uçmayı özleyip özlemediği ile ilgili sorunuza verdiği “…yeni dönemi yaşıyorum, öncekine takılıp kalmıyorum." yanıtında da ben varım sanki. Annen “onca tıp eğitimini sildi” diye eleştirse de Kerrar Kaptan’ın dediği gibi, “yine aynı şeyi yapıyorum,” artık sosyal medyada çalışıyorum ve sosyal medyada da “Facebook”u seçtim…
Yazında benim için güzel bir müjde, Kerrar Kaptan’ın yazmayı deneyeceği haberi idi. Ben de fazla beklemeyeceğim umuduyla ilk okuyucusu olmak için sabırsızlanıyorum, selam ve saygılarımla birlikte iletir misiniz lütfen…
Selam, sevgi, sağlık ve başarı dileklerimizle…
Şiir’e de “Hoş geldin!” dediğimizi, iyi tatiller dileklerimizi ve sevgilerimizi iletir misiniz lütfen…
:) :) :)
Adsız dedi ki…
Net ve guzel bir ders vardi,daha doğrusu yerine bir sey daha oturdu hissi .bir kez daha okusam başka ne bulurum sorusu da hediyesi.eline sağlik Göksel’cim.selamlar /Sureyya
Unknown dedi ki…
Bayıldım👍🏻👏🏻
Adsız dedi ki…
Ne güzel birinin daha hayata bakışına dokundunuz, Umut oldunuz, harekete geçirdiniz. Çok beğendim ve faydalandım.
Bugün Kerrar Kaptan blog sayfasını açtı ve ilk yazısını koydu...

https://beylerbeylimarti.blogspot.com/2018/07/baslangic-genel-olarak-dusunce-ve.html?showComment=1532199315430#c1294297690105448293

Bu blogdaki popüler yayınlar

KLASİK MÜZİK KONSER ADABI

İlginin İzi

Ben istemedim ki sürprizi, kedi istedi...