Bambaşka Bir Yaşam Öyküsü
Bambaşka Bir Yaşam Öyküsü
Yaşam öyküsü ile insanlara ilham kaynağı olan, ışık tutan ve yol gösteren
insanlar genelde tarih anlatılarındadır. Oysa benim için yaşamın yanı başımdaki
gerçeği… Babamın yaşam öyküsünün birçoğundan geri kalmayacağına bahse girerim.
Önceleri sevilen, sayılan ve iz bırakan bir öğretmendi ve hatta benim de
ortaokul yıllarımda fen bilgisi öğretmenim oldu. İzmir'deki bir okulda, yerini
bile çok az kimsenin bildiği "Ders araçları" kurumundan alınmış
filmlerden doğa olaylarını, yapamayacağımız ama öğrenmemiz gereken deneyleri
onun sayesinde izlerken hep daha iyisini yapmaya uğraşmanın anlamını da
görüyorduk. O yıllardaki sınıf arkadaşlarım ile halen ara ara haberleşiyoruz ve
onların öğretmenleri olan babama karşı sevgisinin, saygısının sürdüğünü
gördükçe babamla gurur duyuyorum.
Zaman zaman eski öğrencileriyle de –neredeyse kırk yıl- karşılaşıyorum. Onlar
da tanıklık ediyorlar babamın çok özel bir öğretmen olduğuna. Yaşamlarına öyle
ya da böyle, bir şekilde olumlu katkısı olduğunu anlattıklarında, gururla
kabarıyor göğsüm.
Ben lisedeyken babam da tıp fakültesine başladı. Neden böyle bir şey
yaptığını soranlara, köyde yetişmiş biri olarak ancak öğretmen okulu ve eğitim
enstitüsüne gidebildiğini ve büyük şehre taşınıp da üniversiteye gitmek için olanak
bulduğunda bunu değerlendirmek istediğini söylüyordu. Üniversiteye gitmek
istediğinden en ufak kuşkusu yoktu. Aslında arkadaşları arasında başarıldığını
bildiği şekilde, dışarıdan hukuk fakültesini bitirmek aklına yatsa da iyi bir fizik-kimya-biyoloji
eğitimi aldığı için ilk seçenek tıp fakültesi yazmıştı. Kazandı. Hem
öğretmenlik yapacaktı hem de öğrencilik. Türkçe öğretmeni olan annem, bu
süreçte hepimizin en büyük destekçisi oldu.
Lise mezuniyet yıllığımda babamla birlikte okumak istediğim tıp
fakültesinde başarılar dileniyordu bana. Evet, onun izinden gitmek kaderim
gibiydi. Babamdan sonra girdiğim tıp fakültesinde iki yıl onunla birlikte
okudum. Ben 1-2. sınıfları okurken babam 5-6. sınıfları geçip mezun oldu.
Fakülte yıllarımda, onu tanıyan, azmine ve çalışkanlığına, saygısına
hayran kalmış öğretim üyelerinin karşısında da sürdü gururum. Her sınavdan
sonra, aldığım notu öğrenir öğrenmez koşup baktığım bir yer vardı: Babamın tıp
fakültesi yılları boyunca aldığı bütün sınav notlarını yazdığı kitabın ilk
sayfası. Başarılı bir öğrenci olsam da her keresinde daha düşük olan notumu
sineye çekip çalışmaya devam ediyordum. Ancak 5. sınıfta bir notum
babamınkinden birkaç puan daha yüksekti. Anımsadıkça halen utandığım bir şey
yaptım bunu gördüğümde: Koşarak babama gittim ve onu geçtiğimden haberdar
olmasını sağladım. Babam ise yaşamının bütününe sinmiş alçak gönüllülük ve
anlayışla beni kutladı: Aferin benim kızıma, boynuz kulağı geçti…
Gerçekten de çok iyi bir öğrenciydi. Hiçbir zaman, hiçbir dersi ya da
sınavı boş vermedi. Derslerde tuttuğu notları gece temize çekiyor, kendi
notları yanında bütün konuları, borç harç aldığı temel kitaplardan da çalışıyordu.
İngilizce öğrenmeye üniversite seçme sınavı için başlamıştı: Fono Mektupla Öğretim kitabından, en başından. Sonra fakültenin ilk yılından itibaren
İngilizce muafiyet sınavlarını verdi; çünkü o ders saatlerinde serbest kalmaya,
fen bilgisi öğretmenliği yapabilmek için gereksinimi vardı. Şehrin iki ucundaki
okullarda, birbirinden farklı rolleri oynamak için gidip geliyordu günler boyu.
Bir kez olsun of dediğini duymadım. Son sınıfta akşam ticaret lisesine tayini
çıkınca rahatladı mı, daha çok mu yoruldu anlayamadım hiçbir zaman. Gerçekten
de yakınmak hiç onun tarzı değildi. Onca işin arasında ticaret lisesinde açılan
bilgisayar kursuna, kardeşim ve benimle birlikte giderek herkesi enerjisine,
yeniliklere açık oluşuna hayran bırakmayı sürdürdü; yıl 1986 idi.
İlginç olaylar da yaşıyorduk birlikte. Öykümüzü duyan bir gazeteci haber yapmak istemişti. Ulusal bir gazetenin Ege ekine haber olduk: Baba-kız
Tıp Fakültesi öğrencisi... Henüz birinci sınıftaydım. Çok utanmıştım. Kaçamadım
ama. Babam, ne var utanacak, diye
sorduğunda verdiğim yanıt şimdilerde çok komik geliyor: Arkadaşlarım gazetede
fotoğrafımı görecekler ve sence benim hakkımda ne düşünecekler? Sanki üçüncü
sayfa haberine çıkıyorduk. Küçüktüm daha, ciddi ciddi utanıyordum. Başımı
omuzlarımın arasına saklamadığım tek pozda babam bana bir akciğer filmi
yorumluyordu; ilginç olan ikimiz de film yerine objektife bakıyorduk. “Bakar
mısınız?” diyen muhabirin sesine döndüğüm an deklanşöre basılmıştı. Sonra Göğüs
Hastalıkları uzmanı olduğumda kaderin bu ilginç rastlantısını yüzümde gülümseme
ile anımsadım.
O yıllarda fakültelerde sivil polis kavramı yaygındı; kantinde tek çorap
bile satmadan oturan çorapçı ya da kantinin önündeki ayakkabı boyacısı… Sonradan
öğrendik ki babamı sivil polis sananlar az değilmiş, öyle ya hangi aklı başında
insan 35 yaşında tıp fakültesine girip doktor olacağım diye uğraşır?
Babam mezun olduktan sonra uzmanlık sınavına girmeyeceğini açıkladı bize;
çok yorgundu. Anlayabiliyorduk. Zorunlu görev kurasında, Rize-Ardeşen-Tunca
köyünü çekti. Bir an tereddüt etmeden gitti. Tek başına. Bakanlıklar arası
geçiş yapılabildiği için birinci derecede devlet memuru olarak hem de. Dosyasını
görünce yeni mezun olduğunu tahmin edememişler de azılı bir sürgün mahkûmu ile
karşılaşacaklarından korkmuşlar.
Sağlık ocağında çalıştı, fotoğraflarını gönderdi bize. O köhne binada,
beyaz önlüğü ile çektirdiği resimler hep aklımda çakılı kaldı. Sonra Rize
Sağlık Müdür Yardımcılığı yaptı. Ayda bir annem gidebiliyordu yanına, bir hafta
kalabiliyordu en fazla. Bir duyduk ki babam uzmanlık sınavı için ders çalışmaya
başlamış. İlk sınavında biyokimya ihtisası yapmaya hak kazandı. Bu sırada 43
yaşındaydı. Ben henüz öğrenci iken aynı fakülteye geri döndü. Artık asistan
olan babamla yine koridorlarda karşılaşmaya başlamıştık. Nöbetlerimiz
çakışıyordu arada. Onunla gurur duyuyordum.
Uzman olduğunda ise, yine yorgunluktan dem vurup akademik kariyer
yapmayacağını söylediğinde de inandım. Sonra bir duydum ki annemle birlikte el
ele tutuşmuş ve yardımcı doçentlik sınavlarına gitmeye başlamışlar. Bu haber de
şaşırtmadı beni. O, verdiğini kararı her zaman gerçekleştiren kişiydi gözümde.
Bu yönüyle çevresindeki herkesi etkileyen, örnek alınan. Hep babalar mı
çocukları ile gurur duyarlar?
Doçentlik sınavına girmeyeceğini söylediğinde artık biliyordum ki
duramayacak. Ama gerekçesi vardı: İngilizce sınavını başarması olanaksız gibi
bir şeydi ve doçentlik sınavı için bu önemli bir engeldi. Bir yolunu bulacağını
biliyordum ve çok beklemem gerekmedi. Gizli gizli çalışmaları sonuç vermiş, hep
beraber gittiğimiz sınavda barajı haydi haydi aşmıştı. Elbette doçentlik sözlü sınavını
da başarıyla geçti.
Hep alıştığımız gibi yorulduğunu ve profesörlüğü beklemeden emekli
olacağını söylediği sırada önce profesör, sonra da tıp fakültesi dekanı oldu. O
yine gazetelerdeydi: Çobanlıktan Dekanlığa manşeti ile… Öğretmenlikten
getirdiği deneyimleri, doğal yeteneği ve mesleğine duyduğu sevgisi ile güzel
işler başarmayı sürdürdü. Ne işi, öğrencileri onu bırakıyordu ne de babam
onlardan vazgeçebiliyor. Hafif atlatılan, çok ciddi olabilecek bir sağlık
sorunundan sonra pat diye bıraktı hepsini. Asla bırakamaz, derdim. İşin ilginci
bunu hiç sorun yapmadan. Yaşamında yeni bir dönemin başlamasını iç huzuru ile
olağan karşılayıverdi.
Ona ne iş yapıyorsunuz diye soranlara: Facebook’ta çalışıyorum diyor.
Sabah mesaiye oturuyor, gece yarılarına dek her fırsatta yine başında.
Paylaşıyor, paylaşıyor… Yaşamda en iyi yaptığı işi yapıyor yani.
Baba-kız aynı okulda okumanın ayrıcalıklı öyküsünü sürekli anlattım ve babamın
yaşam öyküsü birçok insana ilham kaynağı oldu. Kendisi de internette bunları
anlatarak bu etkilenmenin sudaki halkalar gibi yayılmasına olanak tanıdı. Öğrencilerim
keşfediyorlar ders notları ve slaytlarını koyduğu sayfasını. “A, hocam, siz
Mustafa Altınışık’ın kızıymışsınız” diyorlar. Hayranlıklarını ve teşekkürlerini
iletmemi istiyorlar, seve seve yapıyorum.
Mustafa Altınışık'ın kızı olmaktan gurur duyuyorum.
©Göksel Altınışık Ergur
Yorumlar
Merhaba.
İyi günler olsun. Bugün ve hep inşallah…
İskoç asıllı deneme ve hiciv yazarı, tarihçi ve eğitmen Thomas Carlyle, “Tarih, sayısız yaşam öyküsünün özüdür.” demiş. Ben de tarihe bir sayfayı, kişisel web sitesi (http://www.mustafaaltinisik.org.uk/index.htm) hazırlayarak açmak istemiştim…
İngiliz Besteci John Addison, “Hayatınızda kazanmadan önce, zihninizde kazanmak zorundasınız.” demiş. Yazdığın yaşam öyküsünün başında girdiğin iddiayı da kazanırsan, biz de başarılarının sırrını çözmüş olacağız ki bu sır, hayatta kazanmak isteyenler için rehber olacaktır inşallah…
Dik duruşun ve hayat saçışın, “Baba ne kadar sağlamsa kızı o kadar dik durur, baba ne kadar gülerse kızı o kadar hayat saçar…” sözünün doğruluğunu kanıtlarken bana da onurların en güzelini yaşatıyor. Çok teşekkür ederim. Allah da seni dik duruşun ve sağlıkla, saçtığın hayatların toplamı kadar uzun süre yaşatsın inşallah…
Yazında benim için yaptığın “Gerçekten de çok iyi bir öğrenciydi. Hiçbir zaman, hiçbir dersi ya da sınavı boş vermedi.” tespitini beğendim. “…Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, / yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, / hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, / ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, / yaşamak yanı ağır bastığından…” diyen şairden öğrendiğim bir şeyler olduğunu anlatıyor. Yaşamımdaki altı yıllık Tıp Fakültesi öğrenciliği dönemini “günler boyu şehrin iki ucundaki okullarda, birbirinden farklı rolleri oynamak için gidip gelme” olarak tanımlaman da harika. Bu süreçte bir kez olsun of dediğimi duymaman iyi olmuş. Burada ifade etmeliyim ki bu, çok sabırlı oluşum ve olaylara bakış açım ile ilgilidir. Yoksa web sitemde otobiyografimi okuyup da geri bildirim yazan dostlara ifade ettiğim gibi, “her akşam yatarken ‘yarın Tıp Fakültesine gitmeyeceğim’ deyip sabahleyin de ‘haydi bugün de gideyim’ dediğim günler” çoktur. Ama bir kere “Gözyaşının bile görevi varmış; ardından gelecek gülümseme için temizlik yaparmış.” diyen Mevlana gibi, gelecek günlerin daha güzel olacağına inanmışım…
Yazında Tıp Fakültesi Öğrenciliğimden sonraki dönemlerde yorgunluk gerekçesiyle “uzmanlık sınavına girmeyeceğim” deyip girmem, “akademik kariyer yapmayacağımı” söyleyip kariyere başlamam, “Doçentlik sınavına girmeyeceğimi” söyleyip girmem, “profesörlüğü beklemeden emekli olacağımı” söyleyip önce profesör sonra da tıp fakültesi dekanı olmam, okuyucularında hakkımda “sözünde durmayan kişi” gibi olumsuz bir kanaat oluşturmaz umarım. Bu bağlamda Türk romancısı ve tiyatro yazarı Mehmet Murat İldan’ın “Bazen yorgun olma hakkın yoktur. Zafere varıncaya dek çalışmalısın. Bazen dinlenmeyi reddetmelisin; tıpkı sağda solda hiç durmayan bir ok gibi ulaşmak istediğin hedefe ulaşmalısın!” sözündeki uyarıya uyduğum düşünülürse sevinirim. Herkes için hedefi, Bertrand Russell, “Dünyada insanın en önemli işi, yüzünü ağartacak çocuklar yetiştirmektir.” diyerek göstermiş. Ben bu hedefe ulaştığımı düşünüyorum çok şükür ve “Göksel benim kızım!” derken başım göklere değiyor sanki…
Yüzünde gülümseme eksilmesin ve hayat saçışın ile başarıların artarak devam etsin inşallah…
Kendine iyi bak…
Selam, sevgi, sağlık, kolaylık, başarı ve mutluluk dileklerimizle…
:) :) :)
Heri ikinize de sonsuz sevgilerimle
Kerrar Kaptan
Bilgiyi baş tacı eder gerçek öğretmen.Yaşar,uygular,yapar.
Bilir ki meraklı gözler vardır kendisini izleyen.
Bilir ki gözbebeği gibidir o gözlerin bazılarında. Örnek insandır. Rol modeldir.
Yazınızı okudukça sevgili Göksel hanım, değerli meslektaşım,ağabeyim Mustafa Altınışık'a olan saygım,hayranlığım arttı.
O sadece kızına değil "Yaptıklarım yetiversin. Benden bu kadar."deyip emekliliğini bekleyen bir çok insanın tersine "Yetmez..Daha yapacak çok şey var." deyip demekle yetinmeyip uygulayıp hayata geçirmiş.
Üstelik bunu BİRİLERİNE DERS OLSUN diye deği ama içindeki bilgi açlığını doyurmak adına yapmış. Bilgi açlığını doyurmuş para, şöhret hırslarını aç bırakmış.
Sevgili kızı da babasının yaptıklarını gururla duyurmuş.
Biz okuyanlara da ALKIŞLAMAK düşmüş.
Sevgiyle kalın..
Muammer Kardeş.
Dilek Yılmazbayhan
Tunçalp Demir
Ne mutlu size sayın hocam. Altınışık ailesi ile tanış olmak da ne mutlu bana.. Kaleminiz durmasın..