Çoğalttığımız Kadarız




"Sağlam çocuklar yetiştirmek, bozulmuş yetişkinleri düzeltmekten kolaydır"
Dostoyevski


Kaç haftadır aklımda dönüyor. İlk duyduğum anla karşılaştırılınca etkisini çok daha fazla hissediyorum. Hatta dehşete kapılmaya başladım. Çok az olay bu etkiyi yapmıştır. Başta ciddiyetini anlayamadığı olay sık değildir yani. 

Daha geçenlerde yazdım; mini mini birler başlıklı yazımın bir yerinde üçüncü sınıflarla kliniğe giriş dersi yaptım diye söz etmiştim. İşte o dersin sonundaki bir geri bildirim tümcesi, suya atılan taşın çıkaracağı dalgalar gibi büyüyor ve çoğalıyor içimde. Bir metafor gibi ya bu, değil aslında. İçimde somut olarak hissediyorum o dalgaları; en büyük çapa ulaşıp da içeriden göğüs kafesime değdiğinde bir daralma hissi bende. Nefesim kesiliyor. Dehşete kapılmak dediğimde kastettiğim işte bu an. 

Aktif eğitim sisteminin farklı bir yöntemi var. Tıp fakültesinin 1. sınıfından itibaren hasta muayene etmenin sistematiğini senaryolar üzerinden fark ediyor ve ilgili konuda solunum sistemi muayenesini öğreniyorlar. Daha liseden yeni çıkmış, tıp fakültesinin ilk yılında "ben kimim, burası neresi?" havasında dolaşan öğrencilerimizin bunları gereksinim duyarak öğrenmesi ve uzak belleğe taşıması güç olsa da bir kulak dolgunluğu oluyor. İkinci sınıfta bunların bir derli toplu anlatımı ile hasta öyküsü almanın ve solunum sistemi muayenesinin incelikleri anlatılıyor. Üçüncü sınıfta artık adı "Kliniğe giriş dersi" ve ben kendi küçük grubumda şu yöntemle yapıyorum: Yatan hasta servisinde toplanıyoruz. Muayene bulguları özellikli olabilecek ya da hastalık öyküsünde etkileyici noktalar olduğunu bildiğim bir hastanın yanına götürüyorum. Hasta ile ilk kez karşılaşıyorsam kendimi tanıtıyor, daha önceden tanıyorsam bu bağlamda selamlaşıyorum. Hastadan onların yanında, öğrencilerimle birlikte kendisini muayene etmek istediğimi, ardından da onların muayene etmesini beklediğimi söyleyerek bunun için onay alıyorum. Kabul etmesi halinde mutlu olacağımı, kabul etmezse de anlayacağımı mutlaka söylüyorum. 

Uygulama dersimizin bir parçası olmayı kabul eden hastamla bir doktor olarak görüşmemi yapıyorum. Olması gerektiği gibi. Tıbbın sanat kısmını da içerecek şekilde. Hem bir akış sırası oluyor yaptıklarımın hem de insani boyutu. Öğrencilerime her zaman söylediğim gibi "İşimizi en iyi şekilde yapmak zorundayız, bunun istisnai durumları olamaz; işimizde yetkin olmanın yanında iletişim becerilerinde de kendimizi geliştirmiş olmak mesleğimizin sanat yanı. Bunların her ikisi de tek başına anlamsız kalır" Buna inandığım için söylüyorum. Yapmazsam, inandırıcı olamam. Birebir kendi mesleki davranışlarımda da uyguluyorum bu ilkeyi. 

Ben bitirdikten sonra öğrencilerim muayene ettiler. Ben yeniden gösterdim bazı yerleri, muayene bulgusu farklı olan alanları fark etmelerini sağladım. O hastamdan sonra bir başka hastanın yanına gittik. Aynı süreç orada da yinelendi. Sonra üçer kişi bir hasta alacak şekilde paylaştırdım, hasta dosyası hazırlarken kullandığımız kağıtlardan verdim, bilmedikleri terimleri açıkladım ve servise dağıldılar. Hastalarını hazırlamaları bitince seminer odasında benimle buluşmalarını istedim. Bu sırada servisteki doktor odasında olacağımı, bana gereksinim duyarlarsa gelebileceklerini belirttim. Hazırız, diye geldiler. Beraber seminer odasına gittik. 

Önce onlara neler yaşadıklarını, neler hissettiklerini sordum. Aslında teknik anlamda bazı şeyler anlatacaklarını, bilemedikleri yerler mutlaka olmuştur onları soracaklarını bekliyordum. İlk defa hasta ile yalnız kalmaktan, muayene etmekten mutlu olduklarını, bunun heyecan verdiğini belirttiler. Sonra işte o an geldi. Benim içerdiği anlamı kavrayamadığım, sonra sonra içimde dönüp duran geri bildirimi duydum: "Hocam, sorunlar yaşanıyor falan deniyordu, ama çok yardımcı oldu hastalar; aslında çok iyi insanlarmış" 

Öyle ya, şiddet haberleri her yerde; her olayın ardından sosyal medyada farklı farklı şekillerde paylaşılıyor. Bazen dozu fazla geldiğinde, ben bile odama giren hasta ve hasta yakınları, eğer daha önceden tanıdıklarımdan değilse ve ilk kez geliyorsa, biraz çekinebiliyorum. Yılların deneyimi, yaşama ve insana bakış açım, bu duygudan kısa sürede sıyrılmama yardım ediyor. Bunda 30 yıla yaklaşan hasta-hekim karşılaşmalarımızın payı var: kurduğum köprüler, insan yanı ağır basan paylaşımlar, umutla beklenen tedavi sonuçları, sevinçle paylaşılan iyi haberler ve kaçınılmaz olarak tedaviye yanıtsız durumlar, ölümü beklemeler, ölümün ardından hasta yakınıyla helalleşmeler... Hepsi bana meslek aşkımı çoğaltmak için destek olmuş bunca yıl içinde. 

Öte yandan şiddet var. Sağlık çalışanına şiddet, fiziksel ya da sözel, poliklinikte çalışan, serviste hastaları için gününü gecesine katan asistanlarımın şevkini kırıyor; görüyorum. Elimden geldiğince destek vermeye çalışıyorum ama yönetenler, kanun koyucular, eğitimciler bunun için üzerlerine düşeni yapmadıkça etkili bir destek olamıyor, sevdiğin bir insandan bir sıcak ilginin ötesine geçemiyor. Şiddet var; toplumun geneline yayılmış. Trafikte kendini bilmez davranan bir sürücüye "ne yapıyorsunuz?" diyemiyorum. Arabamın önünü kesip yanıma gelip bana şiddet uygulamayacağının garantisini kimse veremiyor. Kadınlar, çocuklar kendi evlerinde, aile bireylerinden şiddet görüyor. Yöneticiler, çalışanlarına tahakküm kurup hayattan bezdirecek kadar psikolojik şiddet, baskı uyguluyorlar da bir sürü çalışan, kendilerine de sıçrar diye sessiz kalıyor. Etrafımda bağıran çağıran insanlar görüyorum, sevgisiz, saygısız ilişkilere denk geliyorum. Hepsi beni üzüyor ama dağılmamak için yetecek iç desteğim, yıllarca biriktirdiklerim, yaşama ve insana bakışım sayesinde beni ayakta tutuyor, devam etmeye, doğru bildiğim gibi yaşamaya ikna ediyor. 

Onlar gencecik. Daha mesleğin bile başında değiller. Daha 3 yıl tıp fakültesinde okuyacaklar. Sağlıkta şiddet olaylarından korkmuş, ürkmüş, sinmişler. Hasta hekim arasında hep sorun olur diye kodlamışlar içlerinde. Belki kalkanlarını kuşanmaya başlamışlar. Zırhlarını kalınlaştırmaya... Böyle başlayacak iletişimden hayır gelir mi iki tarafa da? Böyle yaşanacak meslek, aşka dönüşür mü? Sevdiğin ve kendini güvende, mutlu hissetmediğin bir işi yaparken o koca ömür heba olmaz mı?

Onlara da kızıma küçücükken söylediğim şeyi söylemek isterdim: Yavrum, sürekli endişe içinde olmanı gerektirecek bir durum yok. Aslında kötü insandan çok daha fazla iyi insan var. Onlar her yerdeler. Yolun onlarla daha çok kesişecek. Onları seveceksin, onlar seni sevecek. Yaşam böyle güzel. Yalnızca bilmeni isterim ki o az sayıdaki kötü insanları bir bakışta tanıyamıyoruz. Riskler almamak için yaşamı ve insanı anlamaya çalışmalısın. Ben bunun için yanında olacağım ve bildiklerimle sana yol göstermeye çalışacağım. Bir gün yalnız kaldığında da temkinli olmayı öğrenmiş olacaksın; kendini korumak için bu önemli." Tabii o güvenli ortamları hazırlamanın devletin ortaya çıkma nedeni olduğunu, herkesin üzerine düşeni tam olarak yerine getirmesinin önemini, sevgi gibi nefretin de yaşamın içinde ne kadar çok yer bulursa o kadar çoğalacağını, bulaşıcı olduğunu söylemedim o yaşlarda kızıma. Zaman içinde yeri geldikçe konuştuk; çünkü açık iletişim her şeyi konuşabilmeyi getirir. Her şey söylenebilir, söylenmeli de; önemli olan kullandığımız üslûbtur. 

O an olayı kavrayamadığım için öğrencilerime bunların hiç birini söyleyemedim. Ama böyle bir olanağım varken buradan eksik kalanı tamamlamak istedim. Onlara örnek olabilmeyi istiyorum. Onlar geleceğimiz. Hepsini birden koruyabilmeyi istesem de buna gücümün yetmeyeceğini de biliyorum. En azından bunu gerçekte yapması gerekenlerin, yetişen yeni neslin kodlarıyla oynanmadan bunu yapmasını bekliyorum. 

Nasıl bir yaşam dilediğimizi düşünüp üzerimize düşeni yapmak için gün bugündür. 

Neyi çoğaltırsak yaşamda o olacak. 

© Göksel Altınışık Ergur
Yayın tarihi: 10.10.2018






Yorumlar

Burcu Kiper dedi ki…
Maalesef ki şiddet her alanda insanın çalışma azmini şevkini kırıyor sizin yaşadığınız durumun aynısını okulda aman bir öğrenciye birşey demeyeyim de velisi gelip okulda olay çıkarmasın. Artık kimsenin hiçbir şeye tahammülü yok maalesef.. Toplumca huzura ihtiyacımız var kesinlikle.....
Adsız dedi ki…
Hocam yazınızı bir solukta okudum. Anlattıklarınız gözümün önünde canlandı. Sanki oradaymışım gibi. Öğrencilerinize hastayı sevebileceklerini, asıl olanın bu olduğunu öğretmişsiniz. Yoksa nasıl devam ederler, onca zorluğa nasıl katlanırlar. Sevgiyi çoğaltınız. Teşekkür ederiz.
Adsız dedi ki…
Çok teşekkürler Göksel hocam . Ben de bir solukta okudum .
O kadar unutulmuş ve önemli bir nokta ki hasta etiği.
Yarın bende Pdö oturumumda birlerle bunu paylaşacağım.
Kaleminize sağlık...
Sevgiler 😍


Aşk dedi ki…
Hastalarla iletişiminiz, hastalara karşı tutumunuz gerçekten çok güzel. Hepimiz için iyi bir örneksiniz. Elbette bazen biz ne kadar iyi bir iletişim kurup iyi bir tutum sergilesekte şiddetle karşılaşabiliyoruz. Bu da bozulmuş yetişkinleri düzeltemediğimiz için olsa gerek.. Ama dediğiniz gibi iyi bir iletişim kurarak bunu biraz olsun azaltabilirz. Yani çoğaltığımız kadarız☺️.
Ve benim sevdiğim bir sözü hatırlattınız insanlar genellikle birbirlerinden nefret ederler çünkü birbirlerinden korkarlar; birbirlerinden korkarlar çünkü birbirlerini tanımazlar; birbirlerini tanımazlar çünkü iletişim kurmazlar; iletişim kurmazlar çünkü sınıflara ayrılmışlardır(Martin Luther King). Sınıfları kaldırıp birbirimizi sevebileceğimiz bir dünya belki çok ütopik bunu herkes yapamaz ama yapabilen kişilerle karşılaşmak dileğiylee...❤️���� Ellerinize sağlık.��
Muammer Kardeş dedi ki…
Öğretmenin öğrencisinden,doktorun hastasından yönetenlerin demokrasiden korktuğu bir dönemde taraflar arasında köprü olmaya çalışmak,bunu DERS konusu yapmak saygıyla karşılanacak bir durum.

Ee, bunu da ancak şiirin , öykünün müziğin kazanında DEMLENEN BİR YÜREK ,bir GELİNCİĞİN YÜREĞİ yapardı.
Yapmış ta.. Sevgiler.
Sevgili Göksel’imiz,
Merhaba.
Çocukluğu sarhoş bir baba ve hasta bir anne arasında geçiren Rus roman yazarı Fyodor Mihayloviç Dostoyevski’nin “Sağlam çocuklar yetiştirmek, bozulmuş yetişkinleri düzeltmekten kolaydır” sözü, Küçük bir elektrokimya fabrikasının sahibi olan baba ve dünyası müzik, özellikle Beethoven'in piyano parçalarını çalmak en büyük tutkusu olan annenin oğlu Yahudi asıllı Alman teorik fizikçi ve bilim insanı Albert Einstein’ın “Bir önyargıyı yok etmek, atomu parçalamaktan daha zordur.” sözünün açıklaması gibi ve “Çoğalttığımız Kadarız” başlıklı yazın da konunun uzun anlatımı olmuş sanki…
Düstur edindiğin "İşimizi en iyi şekilde yapmak zorundayız, bunun istisnai durumları olamaz; işimizde yetkin olmanın yanında iletişim becerilerinde de kendimizi geliştirmiş olmak mesleğimizin sanat yanı. Bunların her ikisi de tek başına anlamsız kalır" anlayışı ile sağlıkta şiddet olaylarından korkmuş, ürkmüş, sinmiş öğrencilerinin içlerindeki “hasta-hekim arasında hep sorun olur” kodunu deşifre edip bunu “Öf be!” der gibi "Hocam, sorunlar yaşanıyor falan deniyordu, ama çok yardımcı oldu hastalar; aslında çok iyi insanlarmış" diyerek içlerinden atmalarını sağladığını düşünmek ve mutlu olmak varken dehşete kapılmak niye ki? Pek anlamadım doğrusu.
Anahtar cümle, kızına söylediğin “Kötü insandan çok daha fazla iyi insan var” cümlesidir bence ve insanlarda çoğaltılması gereken algı (duyularımızın aldığı bilgileri yakalayan, işleyen ve aktif olarak anlam kazandıran kabiliyet), bu cümlede ifadesini bulmaktadır. Bunu sen başardığın için yürekten kutluyoruz seni…
Ünlü bir sözle başladık, ünlü bir sözle bitirelim: Oscar Wilde, “Dünyanın gerçek gizemi görünmeyende değil, görünendedir.” demiş…
Sevgilerimizle…
:) :) :)
Sabahat Bayrak Kök dedi ki…
Değerli Hocam bazı yazılar var ki bize bizi bildirir, bize bizi buldurur. “Kim olduğumuzu” ve "Neden var olduğumuzu” ve “Nasıl bir hayat yaşamamız gerektiğini" sorgulatır. Yazınız bu anlamda muhteşem bir sorgulama metni. Sevgi, saygı, nezaketin ilişkileri sarmaladığı bir yerde insanın ilişkilerinde her zeminde içindeki insan sevgisinin aşkınlığıyla aşkı yaşaması, aşkla işini yapması kadar doğal ne olabilir. Şu anda korku, endişe, kaygı yüksek ise sevgiyi, saygıyı, nezaketi nerede bıraktık ki hayatımız şiddet sarmalı halini aldı. Ben bize bakalım, diyorum. Yaşam standartlarımızı yükseltme kaygısıyla yaşayıp çalışırken sevmeyi bıraktık. Bir Çinli mimar diyor ki "Ortaya konulan sanat eserlerine ve yeni mimariye bakıyorum: Artık bizi etkilemiyor. Çünkü artık sanatta olması gereken o derin duyuş ve anlamlı dokunuşlar kayboldu. Şimdi göklere yükselen o binalar hiç bir şey ifade etmiyor. Değerli Hocam, bizi insan tarafımıza döndüren yazınıza tüm kalbimle teşekkür ederken yaşamımızı ikinci bahar şarkısındaki duygulara davet ediyorum: Bizim bizi gözümüzden ve dilimizden sakınıp sevmemiz ve kıymetlendirmemiz lazım. Sevgimle Sabahat Bayrak Kök
Müberra Oğuztimur dedi ki…
Gökselcim,kalemine,yüreğine sağlık,yine döktürmüşsün...❤ Çocuklar,fotoğrafçılık kursum, koro çalışmaları ve kendi evim arasında koşuşturmaktan,harika yazını ancak şimdi okuyabildim...Yazına attığın başlığı o kadar güzel işlemişsin ki,seninle bir kez daha gurur duydum.SEVGİMLE kucaklayıp çok öpüyorum seni...❤😍😘
Fulya dedi ki…
Yazinizi yeni okudum. Cok guzel bir yazi kaleminize saglik. Cok guzel noktalara o kadar ince, insanca deginmissiniz ki okuyan (ve tabii eger okudugunu anlayan biriyse) etkilenmemesi, kendine pay cikarmamasi, ogutleri dikkate almamasi mumkun degil. Yeni yazilarinizi bekliyorum. Bunu da izin verirseniz sosyal medyada paylasmak istiyorum. Sevgiler. Fulya
Beylerbeyli martı dedi ki…
Çok teşekkürler. Bu yazınız doktor hakim ilişkinin de ötesinde insanların zamanımızda,daha da ötesi memleketimizde bu kadar bozulmasına güzel bir öğreti olmuş . Kaleminize ve kalbinize sağlık.
Kerrar Kaptan
Adsız dedi ki…
sevgili hocam yazınızı yeni okuyabildim.Kızınıza dediğiniz gibi kötü insandan çok daha fazla iyi insan var ve çoğaltmalıyız iyilikleri iyi insanları.Ellerinize sağlık..

Bu blogdaki popüler yayınlar

KLASİK MÜZİK KONSER ADABI

İlginin İzi

Ben istemedim ki sürprizi, kedi istedi...