Uzun Yaşamanın Sırrı
“Uzun Yaşamanın Sırrı” hakkında bir konuşma yapmam istendiğinde önce çekindim. Çünkü konu hakkında uzman görüşü sunacak kadar bilgiye sahip değildim. Davet çok değer verdiğim bir insandan geldiği için reddetmeden önce durumu iyice bir tartmam gerekliydi.
Sonunda, bu konuşmayı yapmayı çok istediğimi görünce kendimi ikna etmeye koyuldum. Öyle ya bir doktor olarak nelerin yaşam süresini kısalttığını biliyordum. Hastalarımdan öğrenmeye önem verdiğim için yaşama ve ölüme, sağlığa ve hastalığa ilişkin onlardan çok şey duymuştum. Sıradan (tevazuya hiç gerek yok derseniz; tutkulu) bir yaşam sever olarak onun neşesini, gizemini yakalamak için her an yoğun bir şekilde uğraşıyorum. Bu gerekçeler içimi çok rahatlattı. Karar verdim: “Yaşama yıllar eklemek değil ama yıllara yaşam eklemek” konusunda bir konuşma yapabilirim.
Hemen hemen yaşamın ortası olan bu elli yılda, deneyimlerim ve öğrendiklerimden demlediklerimi dinlemeye hazır mısınız?
“Sağlıklı, mutlu ve uzun bir yaşama” odaklanmak istiyorum.
Uzun, hatta çok uzun yaşamak için öncelikle sağlığımıza zarar verecek durumlardan kaçınmalıyız. “En çok öldüren zararlının” ne olduğunu biliyorsunuz. Evet, sigara... Sağlıklı ve uzun yaşamak için sigaraya, elbette madde bağımlılığına da, “Hayır!”, hatta “Asla!” demeliyiz. En iyisi sigara içmeyi denememek, hiç başlamamaktır. Eğer içimizden biri, şanssızlık sonucu sigara içmeye başlamışsa bile bir an önce bırakması sağlıklı yaşam için atabileceği en önemli adımdır. Bu konuda sağlık çalışanlarından yardım alması da yararlı olacaktır. Sigara içmek, yalnızca hayat süresini 10 yıl kadar kısaltmaz, sigara içenlerin en ağır ve en yıpratıcı hastalıklara yakalanma olasılığının yüksek olması nedeniyle ileri yaşlardaki yaşam kalitesini de çok düşürür. Gençliğin havai aldırmazlığı, orta yaşlar için her zaman ağır faturalar hazırlar. İleri yaşlar mı? Sağlığını göz ardı edenler nadiren bu yaşlara erişebilirler.
Diğer bir risk faktöründen, obeziteden, kaçınmak için sağlıklı diyetle birlikte fiziksel aktivite bize yardımcı olacaktır. Hangisini yapmaktan mutlu oluyorsanız o egzersizi yapın ve “Gökkuşağı” yiyin; tıpkı asırlık insanların birçoğunun vurguladığı gibi... Dilerim sağlıklı yiyecekler listesinde, günlük gıdalarını görmekten mutlu olacaklarımız büyük çoğunluktur: Meyve ve sebzeler, zeytinyağı, doğal yollarla beslenmiş hayvanlardan elde edilen et, peynir, kaymak, tereyağı ve tam yağlı yoğurt gibi yüksek yağlı süt ürünleri, yumurta, başta ceviz olmak üzere kuru yemişler ve tahıllar. Bunları yemek, %80 oranında doyduğumuzda yemeyi bırakmak ve en küçük öğünümüzü akşamın erken saatlerinde yemek de öneriler arasındadır. Gün boyunca en doğal şekliyle hareketli olmak-yani gidilecek yerlere yürüyerek gitmek, bahçede çalışmak ve kendi işlerimizi yapmak- sağlıklı yaşam tarzının önemli bir öğesidir.
Gençler, sağlıksız besinlerin her yerde karşılarına çıkan renkli görüntüleri ve reklamları tarafından kolayca cezbedilebilmektedirler. Bu küresel markaları, içinde yer aldıkları kültürden aykırılıklarını vurgulamak için de tüketebilirler. Oysa bu sağlıksız besinler vücudumuza herhangi bir yarar sağlamadıkları gibi, metabolizmamızı bozup sağlığımızı erken yaşlarda kaybetmemize yol açarlar.
Beden sağlığımızı korumak için ihtiyatlı ve ona karşı sorumlu olmalıyız. Birincil koruma, yaralanmalar, enfeksiyonlar, hastalıklar, sakatlıklar ve ölüm gibi riskleri bilmek ve yaşamdan çıkarmak anlamına gelir. İkincil korumada hastalık oluşmasından önce harekete geçmek ve böylece hastalığın ortaya çıkma olasılıklarını ortadan kaldırmak söz konusudur. Sağlık eğitimi, aşılamalar, sağlıklı beslenme kurallarına uygun düzenlemeler, çevresel zararların (hava kirliliği gibi) kontrolü, besinlerin ve suyun güvenliği, ayrıca iyi uyumak, stresten, sigara ve bağımlılık yapıcı maddelerden uzak durmak, güvenli cinsel yaşam gibi yaşam şekli ve davranış değişiklikleri ikincil korumada yer alır. Erken tanı ve uygun tedaviye erken başlanması için hastalık işaretlerine karşı uyanık olup sağlık muayenelerini aksatmamak önemlidir. Üçüncül koruma ise, hastalık ve sakatlıklar artık ileri evrelere ulaştığında yapılacak olan tedavi ve iyileştirme (rehabilitasyon) çalışmalarını içerir.
Bir hastam, yaşadıkları ve yazdıklarıyla yaşam algımı değiştirdi. Ona ölümcül bir tanı koyduğumda 18 yaşındaydı ve açıkça söylemesem de önünde ancak 3 ile 5 yılı olduğunu biliyordum. Bir kontrolünde kendisini ifade edebilmesi, içindeki duyguları dışarı çıkarıp daha az acı vermesini sağlayabilmenin yolu olarak şiir yazmasını önermiştim. Bu öğüdümü tuttuğunu öğrenmem için, tanı konduktan üç buçuk yıl sonra ölmesi ve ardından annesi tarafından şiir defterinin bana getirilmesi gerekti.
O şiirlerinden birini sizlerle paylaşacağım. Bana çok şey söylüyor, dilerim ki sizlere de o bilge öğütlerini aktarabilir.
Koşmalıyım
Kuşlar gibi özgür olmalıyım
Koşamam biliyorum, ama yürüyebiliyorum
Yürümeyi seviyorum, insanlara imreniyorum
Gözleri üzerimde olduğunda
Onları kınıyorum, bazen kızıyorum
Onları anlamıyorum
Onları anlamak için
Yürümeyi bırakıyorum
Bir gün koşacağım biliyorum
Sabırsızlıkla bekliyorum
Sabrımın sonunda
Koşma heyecanıyla coşacağım
Onun koşabilecekken yürümekten vazgeçmiş olan sağlıklı insanları anlamaması, anlayabilmek için yürümeyi bırakması bana çok dokundu. Üstelik o, bir gün koşma umudunu hiç kaybetmemiş, o güne dek yürümekten de vazgeçmemişti.
Dünya üzerinde “blue zone” olarak adlandırılan yerlerde oturan, daha uzun, daha sağlıklı ve bunun beklenen bir sonucu olarak da daha mutlu yaşadıkları bilinen insanlardan almamız gereken dersler var. Bunlardan biri, bana göre en önemlisi, yaşamımız için bir amaç, hedef, misyon (hangisini derseniz) belirlememiz. Eğer her sabah kalktığımızda bu hayatta olmamızın bizim için anlamını biliyorsak bu bizi daha sağlıklı, daha mutlu yapar ve ayrıca fazladan 7 yıllık bir yaşam süresi ekler.
Eubie Blake (96 yaşında ölen bir Caz piyanisti) “Bu kadar uzun süre yaşayacağımı bilseydim kendime çok daha iyi bakardım.” demişti. Evet, uzun yaşama olasılığına karşı kendimize çok iyi bakmalıyız. Bu bir “zorunluluktur.”
Dünya Sağlık Örgütü “Sağlık” tanımını şu şekilde yapıyor: Sağlık, fiziksel, zihinsel ve sosyal iyilik hali olup yalnızca hastalığın ya da sakatlığın bulunmaması değildir. Fiziksel sağlıktan ayrıntılı söz etmiştik. Sosyal iyilik hali içinse destekleyici bir topluluk ile sıkı, güçlü bağlara sahip olmalıyız. Yakın ve iyi aile bağları (eş, anne ve baba, büyük anne ve büyük baba, torunlar) asırlık insanların yaşamında çok yaygın olarak görülür. Günümüzün “Bilgi Çağında” hepimizin çok sayıda arkadaşı olduğunu söyleyenler çıkacaktır. Ancak bu sanal linklerden ötede, yalnız elektronik bağlantılara değil gerçek insanlarla bağ kurmaya gereksinim duymaktayız. Bizi hayata tutku ile bağlayacak olan, sevdiğimiz, birlikte özel anları ve duyguları paylaştığımız insanlarla kurduğumuz gerçek ilişkilerin dayanıklılığı ve gücüdür.
Geniş bir aileye, gönüllü bir sosyal gruba, kendimizi ait hissettiğimiz bir insan topluluğuna yakın olmak, uğraşmaya değer bir kariyer ya da olumlu eğitim çabası içinde yer almak önemlidir. Arkadaşlar arasında iyi hissetmek ve sağladıkları duygusal destek, dopamin ve oksitosin gibi ödül kimyasallarını salgılatır. Kendimizden başka sunabileceğimiz hiçbir şeyimiz kalmadığında bile yanımızda olacak kişiler arkadaşlarımızdır. Onları, hayatımıza almak ve orada tutmak için emek vermeliyiz.
Yaşamımızı geçireceğimiz kişiyi, hayat arkadaşımızı, akıllıca seçmek de çok önemlidir. Ne yaşayacağımızı bilemeyiz. Bakımına gereksinim duyarsak bunu yapmasından daha doğal bir şey yokmuş gibi hissettirecek, biz ona bakmak zorunda kalırsak da bunu seve seve yapacağımız kişiyle birlikte olmamız öneriliyor. Hastalarımda bunun ne denli önemli olduğunu sık sık görebiliyorum. Öyleyse hayattan destekleyici, ince düşünceli, kibar, sevgi dolu, ilginç ve bize bütünleştiğimizi hissettiren kişiyle sonsuz aşk yaşamayı isteyelim.
Sağlıklı yaşam konusunda ünlenen Akdeniz insanlarının böyle sağlıklı olmalarını yalnızca sağlıklı diyetlerine değil, aynı zamanda yoğun sosyal etkileşimlere ve besleyici derin duygusal ağlara sahip olmalarına bağlayan görüşler haklı görünüyor.
Son bileşen, zihinsel iyilik halidir. Yaşam boyu öğrenmek ve öğrendiklerimizi insanlarla paylaşmak bizi, ileri yaşlarda bile, entelektüel olarak aktif tutar. Bu da, gerçek anlamda ölümden önce beynimizin erkenden kendisini kapatmasını önler. Yeni bir dil öğrenme hevesi, daha önce ilgilenmediğimiz bir konuya merak sarmak, beyin ve bedenin sınırlarını zorlayarak onları yeni hobiler ve çalışmalara açmak, zihin sağlığı ve gelişmesi için çok önemlidir. Yaşlılar, öğütler vererek, öyküler/masallar anlatarak ve topluluğun tarihini aktararak sonraki nesillere çok değerli katkılar sunarlar. Düşünceli, ayrıntı odaklı, her şeyi doğru yerine koymaya çalışan titiz insanlar daha uzun yaşama eğilimindedirler. Bu son derece temel bir kuraldır: İşlev gören ve çalışan her şey parlar ve hayatta kalır!
Gülmek, iyimser olmak, stresten arınmayı başarmak daha uzun ve daha mutlu yaşamın gerekleridir.
Gülmek, bağışıklık sitemini harekete geçirir-stres hormonlarını yok eder, kanserle savaşan T hücrelerini uyarır. Fakat çocuklar günde yüzden fazla kez kolayca kıkırdayabilirken biz erişkinler, günde yalnızca ortalama 5-15 kez (o da en iyimser tahminle) güleriz. O zaman içimizdeki küçük çocuğu canlı tutmak, bu gülüşlerin bizi asırlık insanların arasına taşımasına yardım edecektir. İyimserler kötümserlerden 12 yıl daha uzun yaşarlar. Hepimizin stresle baş etmede kullanabileceği ritüeller bulup günlük yaşama taşıması önemli katkı sağlayacak görünmektedir.
Yaşam beklentisi yıldan yıla artmaktadır. Unutmayalım ki bilim yaşamın başlangıç dönemini değil sonunu uzatmaktadır. Öyleyse bedenimize, ruhumuza ve zihnimize, upuzun bir yaşamdan bize en iyi konumlarında eşlik edebilmeleri için en iyi şekilde bakmalıyız. Bütün bunlar “yalnızca nefes almak” ile “yaşamın hakkını vermek” tabirlerini belirleyecektir.
Bunların uygulaması kolay öneriler olduğunu iddia etmiyorum. Bu yüzden kazananlar ve kaybedenler var hayatta. Yaşamın çok erken döneminde seçtiğimiz ve sonrasında da oradan yürümekte kararlı olduğumuz yol hangisi olacağımızı gösterir.
Deneyimlerim ve yaşam derslerinin ışığında şekillenen bakışıma göre, “yaşama yıllar eklemek” için her anını yaşamaya değer ve anlamlı kılmak için çaba harcamak gerekir. Bir tek hayat var; ne uzunlukta olursa olsun, sonuna geldiğinde “Çok sevdiğim bir hayat yaşadım!” diyebilenlere ne mutlu...
Hastamın beni çok etkileyen bir başka şiiri ile bitirmek istiyorum.
Gülmek, iyimser olmak, stresten arınmayı başarmak daha uzun ve daha mutlu yaşamın gerekleridir.
Gülmek, bağışıklık sitemini harekete geçirir-stres hormonlarını yok eder, kanserle savaşan T hücrelerini uyarır. Fakat çocuklar günde yüzden fazla kez kolayca kıkırdayabilirken biz erişkinler, günde yalnızca ortalama 5-15 kez (o da en iyimser tahminle) güleriz. O zaman içimizdeki küçük çocuğu canlı tutmak, bu gülüşlerin bizi asırlık insanların arasına taşımasına yardım edecektir. İyimserler kötümserlerden 12 yıl daha uzun yaşarlar. Hepimizin stresle baş etmede kullanabileceği ritüeller bulup günlük yaşama taşıması önemli katkı sağlayacak görünmektedir.
Yaşam beklentisi yıldan yıla artmaktadır. Unutmayalım ki bilim yaşamın başlangıç dönemini değil sonunu uzatmaktadır. Öyleyse bedenimize, ruhumuza ve zihnimize, upuzun bir yaşamdan bize en iyi konumlarında eşlik edebilmeleri için en iyi şekilde bakmalıyız. Bütün bunlar “yalnızca nefes almak” ile “yaşamın hakkını vermek” tabirlerini belirleyecektir.
Bunların uygulaması kolay öneriler olduğunu iddia etmiyorum. Bu yüzden kazananlar ve kaybedenler var hayatta. Yaşamın çok erken döneminde seçtiğimiz ve sonrasında da oradan yürümekte kararlı olduğumuz yol hangisi olacağımızı gösterir.
Deneyimlerim ve yaşam derslerinin ışığında şekillenen bakışıma göre, “yaşama yıllar eklemek” için her anını yaşamaya değer ve anlamlı kılmak için çaba harcamak gerekir. Bir tek hayat var; ne uzunlukta olursa olsun, sonuna geldiğinde “Çok sevdiğim bir hayat yaşadım!” diyebilenlere ne mutlu...
Hastamın beni çok etkileyen bir başka şiiri ile bitirmek istiyorum.
Bir kelebek
Bir günle sınırlı bir ömür
Ama dolu dolu özgür
Acısız yaşam
İnsanların ömrü
Bir günle sınırlı olsa
Neler olurdu acaba
Ben bir günümü düşünemiyorum
Bir günde ne yapabilirdik
Neler yapmak isterdik
Nelerle karşılaşıp
Nelerden pişmanlık duyardık
Evet, doktorumun söylediği gibi
Yaşanılacak bir gün dahi
Acıyla geçirdiğine değmez
Hayat zaten kısa
Ecel belki yanımızda
Yarın belki biz de öleceğiz
Bugüne doyduğumuzla kalacağız
Bugünü doya doya yaşayalım
Yarına ümit yok
Vivi molto,
Vive mucho,
Traieste foarte mult,
Żyj dużo,
Long live,
Çok yaşayın...
©Göksel Altınışık Ergur
Yayınlama tarihi: 11.02.2019
Yorumlar
Merhaba.
Öncelikle (Kedi istedi mi bilmiyorum, ama ben istemiştim ve bekliyordum) 10 Şubat 2019 Pazar günü Nazilli Anadolu Lisesi’nde “THE SECRET OF LONG LIFE IN NAZİLLİ”, CODE NUMBER: 2018-1-PL01-K229-051018_5 etkinliğinin Resmi Hoş Geldin Açılışında konuk konuşmacı olarak gerçekleştirdiğin, dinlerken gururlandığımız İngilizce konuşmanı Türkçeye çevirip paylaşarak beklentimi boşa çıkarmadığın için teşekkür ederim.
Bizim gibi sıradan herhangi bir uzmanın “Uzun Yaşamanın Sırrı” hakkında bir konuşma yapması istendiğinde çekinmesi doğal da senin gibi aynı zamanda sunu hazırlamakta ve sunmakta uzman ve kariyerinde Profesör unvanına sahip bir HEKİMİN çekinmesi doğal değil bence. Çekinmenin nedeni, bir sırrı ifşa etmenin insanlar üzerinde bırakacağı etkilerin iyi mi kötü mü olduğunu kestirememek olmalı. Bence mesleğinde yaşama ve ölüme, sağlığa ve hastalığa ilişkin öğrendiğin her şeyi paylaşmak fırsatı olabilecek hiçbir daveti kabul etmek konusunda bir daha çekinme, ama kabul etmeden önce durumu iyice tartman her zaman iyi olur tabii ki…
“Sağlıklı, mutlu ve uzun bir yaşama odaklanmak”, “Uzun Yaşamanın Sırrı”nı çözmek için bir şifre olmalı. Konuşmanı bu şifre ile açmak, ünlü masaldaki “Açıl susam açıl” şifresi gibi dinleyicide dinlemek için merak uyandırıyor. Sonrasındaki “Uzun, hatta çok uzun yaşamak için öncelikle sağlığımıza zarar verecek durumlardan kaçınmalıyız.” önerisi de hekim olacaklara ilk öğreti olan “Önce hastaya zarar verme” öğretisi gibi ve çok yerinde.
“En çok öldüren zararlı” sigaradan uzak durma konusunu konuşmanın başında işlemek, uzmanlık alanını belirtmek bağlamında beklenirdi ki iyi olmuş. Uzun, hatta çok uzun yaşamak için sağlığımıza zarar verecek durumlardan ikincisi olan obeziteden kaçınma yolları olan fiziksel aktivite ve sağlıklı diyeti sırayla ve ayrı ayrı işlesen daha iyi olurdu diye düşünüyorum: “Hangisini yapmaktan mutlu oluyorsanız o egzersizi yapın” diyerek fiziksel aktivite ile başlayıp, sağlıklı diyetle devam edip, sonra tekrar “Gün boyunca en doğal şekliyle hareketli olmak-yani gidilecek yerlere yürüyerek gitmek, bahçede çalışmak ve kendi işlerimizi yapmak- sağlıklı yaşam tarzının önemli bir öğesidir” diyerek fiziksel aktiviteye dönmek, sonra da gençlerin kötü beslenme alışkanlıkları eleştirisiyle tekrar sağlıklı diyet konusuna dönmek öğrendiklerimi beynimin uygun yerinde arşivlemede beni zorlar da…
Beden sağlığımızı korumanın önemini ve bunun stratejisini çok güzel vurgulayarak anlatmışsın, kutluyorum.
Devam edecek...
Bir hastanın, yaşadıkları ve yazdıklarıyla yaşam algını değiştirdiğini anlatman, her zaman etkileyici oluyor, sana yaşam koçluğu özelliği katıyor ve dinleyenlerde de yaşam koçlarını dinledikleri duygusu yaratıyor, fırsat buldukça anlat bence…
“Dünya üzerinde “blue zone” olarak adlandırılan yerlerde oturan, daha uzun, daha sağlıklı ve bunun beklenen bir sonucu olarak da daha mutlu yaşadıkları bilinen insanlardan almamız gereken dersler var.” dedikten sonra Nazilli’den ve orada daha uzun, daha sağlıklı ve bunun beklenen bir sonucu olarak da daha mutlu yaşayan insanlardan bahsetmek, Nazilli’nin “blue zone” olarak adlandırılan yerlerden olup olmadığını tartışmak yerinde olmaz mıydı? Yoksa Nazilli böyle yerlerden değil mi?
Dünya Sağlık Örgütü’nün “Sağlık” tanımını işlemen konuşmanın amacına ve kapsamına uyar ki iyi olmuş. Dünya üzerinde “blue zone” olarak adlandırılan yerlerde oturan, daha uzun, daha sağlıklı ve bunun beklenen bir sonucu olarak da daha mutlu yaşadıkları bilinen insanlardan almamız gereken derslerden biri olarak sunduğun “yaşamımız için bir amaç, hedef, misyon (hangisini derseniz) belirlememiz”i Sosyal iyilik hali içinde işleyebilirdin bence. “Sağlıklı yaşam konusunda ünlenen Akdeniz insanlarının böyle sağlıklı olmalarını yalnızca sağlıklı diyetlerine değil, aynı zamanda yoğun sosyal etkileşimlere ve besleyici derin duygusal ağlara sahip olmalarına bağlayan görüşler haklı görünüyor.” tespiti bu bağlamda önemli ve vurgulaman yerinde…
Bitirirken hastanın, paylaştığın şiiri güzel uymuş. Katılımcı ülke insanlarının dillerinde final de iyi. Ama ben olsam, konuşmanın başındaki şifreyi, “Sağlıklı, mutlu ve uzun bir yaşama odaklanmak, uzun yaşamanın sırrı” diye tekrar söylerdim. Tabii ki ben Göksel değilim ve bunu biliyorum.
Bir sürü eleştiri yazdım diye üzülmüyorsun ve gönül koymuyorsun değil mi? “Tabak sevdiği deriyi yerden yere çarpar” diye bir atasözümüz var, onu düşün ve gül. Gül ki; bağışıklık sitemin harekete geçsin, stres hormonların yok olsun, kanserle savaşan T hücrelerin uyarılsın, uzun yaşayan iyimserlerden ol inşallah…
96 yaşında ölen Caz piyanistinin yapamadığını yap; kendine çok daha iyi bak ve ondan çok daha uzun yaşa emi…
En içten iyi dileklerimizi sevgilerimizle paketleyip yolluyoruz…
) :) :)