Gülümseme Kırıntısı
Hayat, sana çok teşekkür ederim. İşimi yaparken,
oturduğum yerde bana hikâyeler akıttığın için binlerce teşekkür… Yazmayı bu
kadar seven birine daha büyük iyilik olabilir mi? Üstelik çalışmayı da
sevdiği için sabahtan akşama odasında kalan biri için bu yaptığın tam bir lütuf.
Bugünkü bir hastamdan söz edeyim. İlk kez randevu alan bir
hasta… Listede bir kadın adı vardı. Benimki gibi cinsiyetsiz bir adı olunca
insan temkinli oluyor. O kadar dikkat ederim ki şimdiye dek hemen hiç yanlış hitabım olmadı.
Yalnızca bir kez; o da Suna adındaki erkek hastama, üstelik yanında gelen karısını hastam
sanarak... Dedim ki “Şu işe bakın; defalarca başıma geldi ‘Göksel Beyle
görüşebilir miyim?’ ‘Buyurun benim!’ diyalogları, şimdi sizden nasıl özür
dilesem bilemiyorum” Güldü geçti o da benim gibi, epeyce alışkın olmalı. Neyse…
Bugünkü ad için yanılmak pek de olası değil. Bir kadın adı. Ama söylemeyeyim; okuyanlar arasında o adda bir erkek çıkabilir. Diyorum ya, temkinli
olmak gerek.
Hasta çağır düğmesine basarak hastalarımı bekleme
salonundan davet ettiğimi herkes öğrendi artık. Kısa bir bekleme süresinden
sonra kapı tıklatılarak açıldı, içeri üç erkek girdi. Şaşırdım ama dikkatliyim.
‘Hastam?’ dedim yalnızca, soru tonlamasıyla; bu soru, nerede ile de
bitebilirdi, hanginiz ile de… Yanıt şaşırttı ve gülmemek için kendimi zor tuttum: “Alt katta; onu getirecek miydik?” Elbette, dedim, onu muayene
etmeyecek miyim? Tetkikleri yanlarındaymış, onlara bakıp yorum yapamaz
mıymışım? Hasta muayenesinin bir bütün olduğunu, kâğıtlarda yazan tetkiklerin,
CD’deki radyoloji görüntülerinin hastayla görüşme ve muayeneye ancak
tamamlayıcı olabileceğini anlattım sakin sakin. “Biz tahlillere değil hastaya
tanı koymalıyız ve temelde onu tedavi etmeliyiz,” diyerek sözümü tamamladım.
Sakin ve açıklayıcıydım o âna dek, ama itiraf ediyorum son anda “Onun yerine
sizden birini muayene etmemin bir anlamı olmayacağına göre annenizi buraya
getirmelisiniz” sözleri dudaklarımın arasından kaçıverdi. Gerekçeleri sizlerin
de tahmin edebileceği gibi: Annem kanser, ama o bunu bilmiyor… Daha önce
defalarca söylediğim (yürekten inandığım) tümceleri birbirinin peşi sıra
kurdum: Bu bilgiyi en uygun şekilde onunla paylaşmaya özen göstereceğimden emin
olabilirsiniz. Ben hastalarımdan tanılarını saklamamaya önem veririm. Hem aslında ancak o isterse sizin
bilebileceğiniz kadar ona özel bir bilgi bu. Baş etmek için sorunu bilmeli. Sorunun ona söylendiği gibi kurutulacak bir iltihap olmadığını anladığında en güvendiklerinin,
ailesinin ve doktorunun, gözünün içine baka baka bir süredir yalan söylediğinin farkına varmakla baş
edebilir mi sanıyorsunuz? Benim bu konudaki yaklaşımım: Umudu kaybettirmeden
gerçekçi olmak. Ayrıca deneyimlerim bana bilerek hastalıkla mücadele edenlerin
daha iyi sonuçlara ulaşabildiklerini gösterdi.
Buraya kadar olan açıklamalarımın ilk kısmıydı. Sonra
diğer yön geldi. Evet, hastam gelmeden hasta yakınlarıyla bu konuşmayı yapmam
önemliydi. Annelerine başka bir şehirde tanı konup tedavi planlanmışken adımı duyarak bana danışmaya gelen hasta yakınlarına, sonraki süreci kendi şehirlerinde sürdürmelerini, bunu sosyal
destek alabilecekleri bir ortamda yapmalarının her defasında bu mesafeyi
gelmekten daha doğru olduğunu söyleyecektim. Akıllarındaki bütün soru
işaretlerini silmeliydi. Hastamın oğullarından biri (Evet, üçü de oğluymuş) “Ama
bilirse morali bozulacak ve siz de bilirsiniz ki kanserde moral çok önemli”
dedi. Ah, yarım bilgi... Bu söz, konusmamın ikinci kısmına girizgâh oldu. Başladım o
dayanaklarımı anlatmaya: Moralini bilerek ve isteyerek bozmayacağız. O zaten bedeninde
yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğunun farkında. Yüzleşmeyi geciktirmek
savunma mekanizmalarının devreye girmesini, sonuçlanmasını geciktirmek olur.
Kötü haber almak, sevdiğini kaybetmenin doğurduğu yas duygusu gibi durumlar hep
aynı sırayı izleyen bir tepkiyi doğurur. Baş etmeye çalışmak için bu gereklidir.
Önce yadsır; yok sayar insan. Sonra öfkelenir. Neden ben diye isyan eder.
Ardından bir pazarlık gelir; hele bir düzeleyim… ile başlayan vaatler. Bunu ne
yazık ki üzüntü ve çaresizlik izler. İşte o aşama yakınlar, doktoru ve kimi
zaman da profesyonel destek verecek kişilerce aşılmaya çalışılır. Biliyor
musunuz en sona ne kalır? Kabullenme. Baş taraftaki sırada kesinti olduğunda, yüzleşme
ve destek geciktirildiğinde bu aşamaya erişemez insan. Kabullenmeden bu
dünyadan ayrılmaya çalışanların son çırpınışları daha da acı verir izleyenlere…
Vedalaşılmamış, pişmanlıklarla çevrelenmiş, zaman kalmamış olmasının kıskacında
küsülmüş (kime olduğunu bilmeden) ayrılışlar… Kimsenin bunu hak ettiğini
düşünmüyorum.
Gittiler, annelerini getirdiler. Hasta görüşmesi ve muayenesini
tamamladım. Sorunu tanımlayan, ama bir yandan da umudun her zaman olduğunu
belirterek, olumlu yanlara vurgu yaparak (evet her koşulda bu mevcuttur; bulabilmeye
çalışana) bilgilendirme yaptım. Kemoterapi kürleri sonrasındaki kontrolünde daha
iyi şeyler söylemeyi çok istediğimi belirterek ve telefon numaramı vererek
tedaviyi alacakları şehirlerine gönderdim. Tekerlekli sandalyede bana el
sallayarak geri geri gidişine el sallayarak yanıt verdim.
Yüzündeki belli belirsiz gülümseme kırıntısından kendime
pay çıkardım.
Hasta çağır düğmesine basmadan önce alıştığımdan biraz
daha uzun bekledim. Ruhumu bir sonraki karşılaşmaya hazırladım. En baştan
başlamaya hazırdım.
©Göksel
Altınışık Ergur
Yorumlar