Adabelen'de Çocuk Olmak
Affan Dede’ye para
saysam, satsa bana çocukluğumu diye düşünürken fırsat ayağıma geldi. Hayal
dünyasında değil gerçek hayatta, metaforik olarak değil neredeyse gerçek
anlamda çocukluğuma ışınlandım. Adabelenliler Dergisi için yazı yazmam
istediğinde, bu iş kendiliğinden gerçekleşti.
Öncesini anımsamadığıma
göre ben kendimi bilmeye Ortaklar’da başlamışım. Oraya dört-beş yaşlarında
gelmişim. Ortaklar Öğretmen Okulu lojmanlarına geçmeden önce, bir yıl kadar bir
süre kasabada geçmişti. Bu kira evimizde başlar çocukluk anılarım. Hem de ne
anılar… O evde de kardeşimle birbirimize bakıyorduk. Daha doğrusu o, yaramazlık
üretim merkezi olarak çalışıyordu (ne de olsa iki-üç yaşlarında bir erkek çocuktu),
bense onunla birlikte hayatta kalmaya çalışıyordum. Ufaklı büyüklü ne çok olay,
ne çok yara izi…
Bir gün evin giriş
kapısından içeri yağmur suları dolmaya başlamıştı ki kapı üstümüze kilitlenmiş
olduğundan dışarı çıkamadık. Çatı katından merdivenden süzülerek inen bu sular,
halıları ıslatarak ilerledikçe biz bir iç odaya geçiyorduk. Tabii çığlık
çığlığa… Yürüsek üzerinden kolayca geçeceğimiz kadar az bir yüksekliği vardı
suların ama biz küçücüktük ve ölçeğimiz şimdikinden farklıydı. Bir de serüven
havasına kapılmış olabiliriz. En sonunda gidecek yer kalmadığında, duvara
dayanmış, sedirin üzerinde birbirimize sarılmış korkuyla titrerken eve gelen
annemin bizi o halde görmesi sonucu ben ilkokula başlamak zorunda kaldım.
Aslında komşumuzun benden bir yaş büyük kızı birkaç ay önce ilkokula
başladığında ben de gitmek istemiştim, ama yaşım küçük diye beklemem gerektiği
söylenmişti. Yine aynı gerekçe ileri sürüldü, annem durumu anlattı. Sonunda
okullar başlayalı bir süre geçmiş olmasına karşın okul idaresinin kabul etmesi
üzerine okul hayatım başladı. Yaşım birinci sınıflardaki herkesten küçüktü; bu
durum öğrenim hayatım boyunca da sürdü.
Okuma yazmayı ilk
öğrenenlerle birlikte öğrendim. Panoda asılı ağaçta benim elmam olmadığı için
kızardığı da fark edilememiş olacak ki kırmızı kurdele bana takılmadı. O dersin
teneffüsünde en yakın arkadaşımın bana yakasındaki kırmızı kurdeleyi
gösterdiğini anımsıyorum ve sonra olanları… Hakkımın yenmesine dayanamamak o
zamandan kalmış olmalı; neyse ki hak arayışımdaki yöntemlerim günden güne
medenileşti. Evlerinde televizyon olması nedeniyle neredeyse onlardan
çıkmadığım o arkadaşımın annesi beni göremeyip alışılandan uzun süre kapılarını
çalmamam üzerine durumu öğrenmiş ve bize geldi. Korkudan ve utançtan tir tir
titriyorken onun “siz yakın arkadaşsınız, olur böyle yanlış anlaşılmalar. Hadi
öpün birbirinizi ve barışın. Sen de gel bizimle, reklâmları kaçırıyorsun”
demesiyle nasıl hafiflediğimi, dersimi almış hissettiğimi dünmüş gibi
anımsıyorum. Güzel kalpli insanlarla karşılaşmanın önemini belki de ilk kez o
zaman fark ettim.
Reklâmları kaçırmazdım.
Büyülenmiş gibi ekrana bakardım o süre boyunca. Çizgi filmler de hoşuma
giderdi, ama asıl kapanıştaki İstiklâl Marşına dek olan bütün reklamları
izlerdim. Beni eve döndürmek için anneannem hediye olarak televizyon almıştı.
Bu arada arkadaşımla güle oynaya gidip geliyor, ödevlerimizi birlikte
yapıyorduk. Kısa süre sonra hem onlar hem biz Ortaklar Öğretmen Okulu
lojmanlarına taşındık. Çocukluğumun en özel dönemi de böylece başladı.
Şimdi böyle net bir
yargıda bulununca biraz durup düşündüm: Çocukluğumun en özel dönemi… Bana bunu
söyleten duygunun peşine düştüm. Çocukluğumu film şeridi gibi gözümün önünden
geçirdim. İçimi yokladım; orada hangi duyguya rastlayacağım benim için
önemliydi. Bulduğumda birden haykırıverdim: Özgürlük… Evet, çocukluğuma
damgasını vuran duygum özgürlüktü. Bana uçsuz bucaksız gelen bir arazisi vardı
okulun: İçinde birinde eski bir kılıç bulunduğu söylentisiyle lojmanın
çocuklarının karış karış aradığı tepeler, kız arkadaşı düştüğünde onu kurtarmak
için kardeşimin atladığı bir dere, yeterince hızlı yapabilirsek süt kabını sütü
dökmeden çevirebileceğimizi öğrenirken ilk akrobasi ve hatta fizik derslerimizi
aldığımız sütün kaynağı ineklerin de bulunduğu mandıra… Türlü etkinliğimiz
olurdu: Sazlıktaki kırılmış, kurumuş sazları toplayıp ustalıkla çardaklar
yapmak, oyun bahçesindeki salıncaklarda ayakta ve ayaklarımızı tahtasından
kaldırarak çılgınca sallanmak, dağlarda sahlep için yabani orkide aramak ve
bulunca kökünü özenle çıkarmak, çeşitli amaçlarla çeteler kurmak, gece
saklambaç oynamak, bisiklet yarışlarında yenişememek… Okula gidip gelmemizi sağlayan
servis aracının şakacı ve babacan şoförüyle türlü anılar… Öğretmen
komşularımızın zengin kitaplıklarından da seçerek okunan kitaplar…
İlkokuldayken mandolin
kursuna gittiğim Ortaklar Öğretmen Okulunda ortaokul birinci sınıfı oldukça zor
bir yılda okudum. Müzik Odasını unutamıyorum; içinde piyano, keman, gitar,
hatta bir arp bulunan, nota bilgisinin bütününü ve blok flüt eğitimini bir
yılda aldığımız ve kalsaydım ya gitar ya da keman seçtikten sonra ikinci
çalgıda da çok iyi düzeye gelebileceğimi önceki sınıflardan gördüğüm bir eğitim
sistemi vardı. Bunu sağlayabilecek yetkinlikte bir müzik öğretmenimiz…
Annem ve babam o okulda
öğretmendi. Lise öğrencileri, lojmanın bahçesinde beni gördükleri yerde annemin
derste benim hakkımda anlattıklarını söyleyerek takılırlardı. O zaman
anlamazdım, annemin neden benden bahsettiğini, hatta bazen ona kızardım. Şimdi
öğrencilerime yaşadıklarımdan, kızımdan söz ettikçe annemi çok iyi anlamaya
başladım. Anneni daha sık anımsıyor ve hatta anlıyorsan… Evet, artık büyüdüm.
Onların Adabelen’den ayrıldıkları yaştan daha büyüğüm şimdi. Sık sık eski
öğrencileriyle buluştuklarını gördükçe imreniyor, bir gün ben de aynı duyguları
yaşayabilmek istiyorum. Onların ve teyze veya amca dediğim öğretmen
arkadaşlarının üzerimdeki etkilerini, kişiliğimin gelişmesinde, eğitim
hayatımda ve yaşamımdaki disiplinimde katkılarını artık çok daha iyi
değerlendirebiliyorum.
O özgür çocukluğumun
izleri anılarımda en güzel bir yerde duruyor. Biliyorum ki içimdeki çocuğun
hayatta kalmasını o günlere de borçluyum.
“Ne güzel dönüyor
çemberim;
Hiç bitmese horoz
şekerim!”*
*Cahit Sıtkı Tarancı,
Çocukluğum
©Göksel Altınışık Ergur
Yayınlanma tarihi: 25.12.2019
Yorumlar
Selçuk Yüksel