CORONICLE (Korona Notları) VII- Sanat ve teknolojide yaratıcılık
Yoğun bir
günün ortasını ettim. Darısı diğer yarısına...
Dün ilk dersin coşkusuyla onu anlatsam da Madame Butterfly operasını
anlatmayı unuttuğum sanılması. Olağanüstü bir görsel ve işitsel şölendi. Çok
uzun zamandır hissetmediğim kadar geniş bir yelpazede duygu çeşitliliği
tattırdı bana.
Sizlerle paylaşmak için videosunu aradım. Birkaç tane var. Buraya almadım.
Metropolitan Opera'da iki gün önce izlediğimle karşılaştırınca elim varmadı.
Müzikleri hepsinde muhteşem… Ancak beni etkisi altına alan görselliğin sade ve
çarpıcılığıydı. Bu videolarda hızla sona gittim ve çocuk sahnelerine baktım.
Hepsinde küçük bir çocuğa rol verilmişti. Oysa benim vurulduğum geleneksel
Japon tiyatrosunun bir ögesi olduğunu öğrendiğim Bunraku Kukla Sanatıyla o
çocuğa sahnede can verilmesiydi. İnsanın yaratıcılığı sınır tanımıyor. Bunun en
net görüldüğü ortam da sanat olmalı. Teknolojiyi saymazsak ve ikisi nasıl da
birbirinden farklı kulvarlar...
Sadeliğin nasıl bir görkem sağlayabileceğinin güzel bir örneği oldu.
Unutulmazlarım arasına katıldı. Aşkı, umudu, gelgitleri, umudu son ana dek
kutlamayı, hüznü, kahrı, vedayı, vazgeçişi ve gidişi... Her birini ayrı ayrı
yüreğime işledi. Müzik ve konunun işlenişi birbiriyle bütün ama her biri kendi
alanında şaheserdi.
Burada en azından Maria Callas'tan "Un bel di vedremo" aryasını dinleyelim. Gerçekten muhteşem bir performans…
Leyla Gencer ile tatlı tatlı (dışardan bakınca en azından) çekiştiklerini de
bilince ona bir dönüp bakmak, dinlemek gerek diye düşündüm. Bir de aryanın
"Güzel bir gün gelecek" dediğini öğrenince, o güzel günleri
beklediğim bir zamana denk gelince. Aslında haksızlık yapmayayım, o güzel günü
beklerken atalet içinde değilim. Evet, özlemlerim var ama bu sırada da geçen
her günümün güzel olduğunu biliyorum. Öyle yaşıyor, değerini veriyorum.
Aynı gün eşimin öğrencilerinden oluşan küçük grubunun
buluşmasına katıldım. Bir tür alternatif akademi... Birlikte okuyor,
tartışıyor, araştırma planlıyor, yapıyorlar. İmrendiğim, örnek aldığım bir
süreç yaşıyorlar. Birbirlerinden öğreniyorlar. Unvanların silindiği, deneyime
ve ustalığa duyulan saygının kendini her aşamada ince ince hissettirdiği
bir bağ... Bir parçası olmaktan hem onur duydum hem de katkı sunabildiğimi
görmekten gurur duydum. Sosyoloji öğrencileri ve eski öğrencilerinden
oluşuyor. Beden ve metalaşması konusunu makale üzerinden tartıştılar. Teknoloji
de çalışan bir ekip. Güzel çalışmalara imza atmışlıkları var daha şimdiden. Ben
de onlara beden, tıp üzerinden bazı görüşler, açıklamalar sundum.
Bunlar arasında yapay zekâ da vardı. Salgında hastalarla
ilgilenmeye başlar başlamaz bir şey dikkatimi çekti: Klinik değerlendirme,
radyoloji bulgularına göre ayırıcı tanı konması, hatta tedavi bile bir akış
şeması içinde; buna algoritma diyebiliriz. Yapay zekâyla ilgilenenlerden dinlediklerimle
tekniğini bilmesem de programların algoritmalar üretme temeline dayandığını
biliyordum. Öylesi az bilgiyle ve şu şu olursa bu şeklinde akış şemaları
(rehberler) kullanarak yolumuzu buluyorduk ki bunu yapay zekâ pekâlâ yapabilir
dedim. Çok kişiye de söyledim. Sonra Güney Kore'de çalışıldığı, ülkemizde proje
verildiği haberlerini duydum. Aklın yolu bir… Yapay zekânın, robotların tıpta
bizim yerimizi alıp alamayacağı uzun zamandır tartışıla gelir. Ben de insan
insana ilişkinin yerini tutmasının çok zor olduğu görüşündeydi, halen de öyle
düşünüyorum. Ama kafamda bir konumlandırma ilk kez oluyor. Bu işin büyük bir
kısmını yapay zekâ yapabilir. O kısmını seve seve vermeye hazırım. Özellikle de
kendisine bulaşma riski olmadan robotların, yapay zekâ sistemlerinin ekip
kurarak ve cansiperane çalışabileceği bir aşaması var. Bu sırada bizler
koordinasyonu sağlayabiliriz. Deneyimimizi ve bilgi birikimimizi onları
geliştirmede kullanabiliriz. Olup bitene dışarıdan bakıp daha kolay dersler
çıkarabilir, yayınlar yapabilir ve daha çok insana yararlı olabiliriz.
Öte yandan bütün zamanımızı ve gücümüzü salgın ve bu
virüs ile kapladık diye diğer hastalıklar nedeniyle arka planda kalan, salgın
korkusuna dışarı çıkıp, hastanelere gelemeyen hastalarımıza ilk değerlendirme
yapılıp virüs olmadığı saptandıktan sonra eski tıp pratiğimizde, zaman
ayırarak, sorununu çözmeye odaklı bir tıp uğraşı sergileyebiliriz. Bir haberde, anjiyo sayılarında önceki dönemlere göre %70'e varan azalma olduğunu
okudum. Kalp hastalığının azalmasını sağlayacak bir bilimsel
gelişme olmadı bu sürede. Ayrıca bazı hastaneler pandemi hastanesine dönüştüğü
için diğer yakınmalara sahip kişilerin sağlık yardımı almaktan çekindiği,
geciktiği konuşuluyor. Gecem gündüzüm kalmadı, her saat, her gün eski
hastalarım telefon edip "Malum gelemiyoruz, şu ilacı ne yapayım, bu
sorunum için ne alayım?" soruları soruyor. Tele-tıp yapacaksak onun
sistemi kurulu değil, yine el yordamı işler... Bütün bu konularda bir düzenleme
yapılmalı.
Bu salgını atlatana dek ve sonrasında da daha yapacak çok
iş var. Olup biteni iyi gözlemeli, sonuçlar çıkarmalı, tasarılar yapmalı, yeni
düzenlemelerle daha iyiyi yakalamalıyız. Belki yeniden gelecek salgınları
olacak aynı virüsün. Hazırlıklı olmalıyız.
Bu arada Venedik'te kanallardaki sular, yıllar içindeki
en temiz haline erişmiş.
Doğa bize durun, dedi, mesajlar veriyor. Bu mesajları
doğru okuyabilmek için aklımız, duyu organlarımıza, duygulara ve sezgiye;
hepsine ve dozunda gereksinimimiz var. Şimdi hepsini birden parlatma zamanı.
İşleyen demir ışıldar.
Güzel bir ve birden çok gün gelebilmesi
için...
©Göksel Altınışık Ergur
Yorumlar
Tekrar Merhaba.
Harika yazını gene keyifle okuduk ve çok beğendik. Kutluyoruz ve teşekkür ediyoruz. Emeğine ve yüreğine sağlık. Yaratıcılığına hayran olduğumuzu belirteyim ve yorumu uzatmayayım. Ancak şu kadarını yazmak istiyorum. Yazının sonunda "Doğa bize durun, dedi, mesajlar veriyor." demişsin ya, Salgının mevki, sınıf ve ırk farkı gözetmeden tüm insanları hedef aldığını göz önüne alınca, ben doğanın o mesajını "Dünyanın bütün insanları! Birleşin!" diye okuyorum.
Ne dersin?
Kendine iyi bak, selamlar, sevgiler, kolaylıklar, sağlıklar ve başarılar...
:) :) :)