Ben, bugün yeryüzünde değilim...
Ben, bugün yeryüzünde değilim...
Ayaklarımı topraktan kesen, yine topraktan gelen bir bağ...
Sırtıma kanatlar ekleyen rüzgâr, ağaç yapraklarını hışırdatan rüzgârla aynı...
Bu sayfalardan birinde anlatmıştım. Bundan bir ay kadar önce tıp fakültemizde beşinci sınıf öğrencilerimizle tamamen gönüllülük üzerinden bir araya gelip staj derslerimizi işlemeye başladığımızı yazmıştım. Bu girişimimiz onları kapalı kaldıkları evlerinde gelecekteki mesleklerine, belki de hayata bağlamıştı. Bölümümüzün hocaları olarak, tıp eğitiminde öğrencilerimizin yalnızca okuyarak öğrenemeyeceklerine inandığımız için, derslerimizi internet üzerinden yapıp o sırada erişme olanağını yakalayamayanlar için kayıtlayarak internetten paylaşmıştık.
Öğrencilerimizden başkalarının da eriştiğini, izlenme sayılarından görebiliyorum. Hatta İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun genç bir arkadaşım, bir oturuşta dört dersimi birden izlediğini, anlayabildiği, merak ettiği doktorluk hakkında en azından kabaca bir fikir sahibi olabildiği için mutlu olduğunu söylemişti. Bu yorumu öğrencilerime de ilettim. Bunun bazı meslektaşlarımızın hoşuna gitmeyecek bir durum olabileceğini, tıpla ilgili bir takım bilgileri internetten edinip kendilerine bunları onaylatmak ya da reddettirmek için başvurulardan bunaldıklarını, hastalarının onları sınamaya çalıştıklarını söyleyeceklerdir, dedim. İnsan insana iletişim ile aşılabilecek ve bizim mesleğimizde yetkin olmamızla, mesleğinde bilgili, iletişimi iyi hekimler olarak bunu işimizi kolaylaştıracak bir durum olarak değerlendirdiğimi de eklemiştim.
Onlara bu düşüncemi destekleyen, başka bir alandan bir örnek verdim. Kırkıncı yaş günü armağanı olarak kendime yan flüt alıp çalmayı öğrenmek için yakın arkadaşım Ayşegül Atak Yayla'dan dersler almaya başlamıştım. Bundan 10 yıl kadar önceydi. Derslerde bir yılımız yeni dolmuştu ki İzmir Devlet Senfoni Orkestrası Hierapolis Antik Tiyatro'sunda konser vermek için Denizli'ye geldi. Can dostlarım İlgin Sözerman Çelenoğlu ve Hakan Cem de oradaydı. Kulisi onların sayesinde ziyaret edebildim. Solistimiz, değerli flüt sanatçısı Gülşen Tatu'ydu. Şu anda da açtım, onun bir icrasını dinliyorum: Andante for Flute and Orchestra in C Major K. 315 · Wolfgang Amadeus Mozart İlgin'im beni Gülşen Tatu'ya tanıtırken "Gülşen Abla, arkadaşım Göksel. Burada doktor, göğüs hastalıkları uzmanı." dedi. Buraya kadar sorun yoktu. Sonra ekledi: Hem biliyor musunuz, o da flüt çalışıyor... Başımdan aşağı kaynar sular döküldü, yerin dibine girdim. Başımı oradan hafifçe çıkarıp "Öyle kendi halimde üflüyorum, daha yeni yeni öğrenmeye çalışıyorum, çalıyorum denemez. Sizin yanınızda sözü olmaz." gibi sesler çıkardım. Konunun uzmanının yanında böyle bir payeyi asla kabul edemezdim. Gülşen Tatu içtenlikle gülümsedi ve ekledi: "Çok sevindim flüt dersi aldığınızı duyduğuma, lütfen bırakmayın. Siz flüt ile ilgilendiğinizde, zaman ayırıp öğrendiğinizde, bu müziği dinlediğinizde, biz de bilinçli dinleyiciler kazanıyoruz." Telaşım yatıştı, hevesim kamçılandı.
İnsan işinde iyi olmak için uğraş verince, bu uğraşının karşılığını aldığını öğrencilerinin, hastalarının yorumlarından öğrendikçe bilgiyi paylaşmak daha bir istekle ve doyumla yapılıyor. Bunu yaparken sonunda ne kazanırım, kim takdir eder diye düşünmeden, yalnızca başka türlüsünü yapmak vicdana, adalet duygusuna, değerlere, yeteneğe sırtını dönmek olur diye harekete geçerse beklenmedik ödülleri oluyor. 'Oluyormuş' demeliyim belki...
Dersler bitti, öğrencilerimizle yüz yüze de karşılaşana dek vedalaştık. Yaz döneminde, evden çıkabilir olduklarında, dış ortamdaki, özellikle hastanedeki hayat güvenli akışına kavuştuğunda görüşmeyi, hasta muayenesi-tedavisi ile ilgili uygulama pratiklerini o zaman yapmayı konuşarak sözleştik. Ege Gür, derslerdeki ilgisi ile dikkatimi çeken öğrencilerimden biri olmuştu. Bana dün ulaşarak uygun olduğum bir gün hastane çıkışına gelerek arkadaşları adına bana bir şey vermek istediğini söyledi. Bu sırada birbirimizden uzak oturmadığımızı fark ettik. İş yoğunluğuna karıştırmamak için buluşmayı bugüne planladık. Ne yalan söyleyeyim ben, bir anı bırakmak ve teşekkür etmek için bana bir kitap aldıklarını düşünmüştüm. Armağan denince benim aklıma başka şey gelmez. Neyse ki benden daha da yaratıcı çıktılar.
Getirdiği, yalnızca bana değil bütün bölümümüze, onlara emek veren hocalarına bir armağandı.
Sınıf arkadaşları ile düşünüp hayata geçirdikleri bu armağan, şimdiye dek aldıklarımın yanında kesinlikle ilk beşe girer. Üstelik çalışma arkadaşlarımla paylaşabildiğim için, mesleğine benim gibi bakan insanlarla bir arada çalıştığım için fazladan bir mutluluk yaşamama yol açtı.
Şöyle yazıyordu çerçevelenmiş kâğıtta: PAÜ Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Dönem 5 öğrencileri sizin adınıza Elazığ Bademli Hatıra Ormanı'na 43 adet fidan bağışlamıştır. Gelecek kuşaklara daha yaşanabilir bir dünya bırakmak üzere yapılan bu katkıya vesile olduğunuz için teşekkür ederiz. TEMA
Bu yazıyı okuduğumda ayaklarım topraktan kesildi. O zamandan beri yeryüzünde değilim. Sırtıma yerleşiveren kanatları, o ağaçların yaprakları arasında fısıldayan rüzgâr şişiriyor. Şimdi gözlerimden süzülen damlalar da o ağaçlara can suyu olsun.
Gençler, size "talebe, talep edendir, talep edin" dedim durdum. Talep etmeyi akıl bile edemeyeceğim böylesi özel bir arz ediş akıl ettiğiniz, hayata geçirdiğiniz için minnettarım. Alış ve veriş; ilişkimizde bu dengeyi bulduk.
Bu duygulara, bu onuru yaşamama vesile olduğunuz için sonsuz teşekkürler...
©Göksel Altınışık Ergur
Yayınlanma tarihi: 31.05.2020
x
Yorumlar
YAPRAKLARIM GÖZLERİMDİR..
YÜZ BİN GÖZLE BAKARIM İSTANBUL'A"
Nazım için tek bir ceviz ağacı olmak nasıl bir övünç ise...
Tanrım,bir "ORMAN OLMAK", bir orman olarak anımsanmak.. Yaprak yaprak, dal dal, ağaç ağaç gölge olmak, akşam üstü esintilerince öyküler anlatmak..
Hele hele bu ormanı oluşmasına sebep TIP ÖĞRENCİLERİ olunca, onların eliyle yıllar sonra bile ŞİFA olmaya devam etmek..
Kalbim öyle çarpıyor ki gururla,heyecanla...
İyi ki tanıdım... İyi ki ARKADAŞINIZ OLMA payesi ile onurlandım..
Sevgiler,sevgili Göksel hanım..
Merhaba.
Yüreğine sağlık.
Yazın harika.
Başka? dersen; yeryüzünde olmaman doğaldır, çünkü senin adın Göksel'dir deriz...
Selamlar, sevgiler, sağlıklar ve mutluluklar...
Nuriye ve Mustafa