Kayıtlar

Yaşam Dersinin İzi

Resim
KIYISINDAYKEN DE YAŞAMA TUTUNMAK Anlatacak ilginçlikte ne çok olayla karşılaştığıma şaşıranlara “Tek yaptığım, çevreme karşı ilgide cimri olmamak. Gerisi kendiliğinden geliyor.” diyorum. Bu gün bir tane daha yaşandı. Anlatayım: Sonradan yaptığımız hesaba göre 7 yıl önceymiş. Solunum yetmezliği nedeni ile hastanede yatırıp tedavi ettiğim, eve solunum makinesi vererek ve ilaç tedavisini düzenleyerek yolladığım bir erkek hastamı, aradan geçen zamanda aralıklarla gördüm. Bu sırada solunum makinesine gereksinimi ortadan kalktı ve yalnızca nefes yolu ile alınan ilaçlarına devam etmesi yeterli oluyordu. Bir ilçede oturduğu için yanıma sık gelemiyordu ama telefonla sıkça arayıp durumundan haberdar ediyordu. Orada gittiği doktorların söylediklerini hep benimle doğrulamak isterdi.  Yılda bir sıklıkta bana gelip muayenesini olurdu. Onun dışında da sağlık durumunda değişen bir şey olduğunda öneri almak için arardı. İyi bir yol tutturmuş gidiyorduk. Arada hal hatır sormak içi...

Gerçekte Kurgunun İzi

Resim
Yük Bir öykü var, sakladığın, Bir öykü var, ardında duran, Bırak onu, uyansın. Şimdi sen bir anı düğümü önünde Duvarcana uzanıp duran, Taşlanmış yükünle uyuyansın. Özdemir Asaf ANKA KUŞUNU ARAMAK        Çocukluğunda çok sık taşınırlardı. Şehirler bırakıldıkça, evler değiştirildikçe o da küçük yüreğinde büyük ayrılıklar yaşardı. Alıştığı insanlardan, sevdiklerinden, en çok da kendince kurduğu düzenden koptuğunda aklı ardında kalırdı. Yol boyunca annesinin kucağına başını yaslar, ağlamak istemediği için tırnaklarını avuçlarına batırırdı. Vardıkları yerde hiçbir şeyi sevmeyeceğine içinden söz verirdi. Ama tutamazdı kendini, bahçelerindeki gül fidanını, babasının ağaç dalına kurduğu salıncağı, yol üstündeki şekerciyi seviverirdi. Yitirişler, yaşamının parçası olmuştu, bir yandan da en yoğun korkusu. Yıllarca tek isteğinin belirli bir yerde yaşamak olduğunu sandı. Bütünüyle benimsediği, rahat ettiği, sıkıldığında kaçacağı köşelerini bildiği...

Geçmişin İzi

Resim
Sana Küçük çocuklar yapıp geceleri kendimden, Seni öpsünler diye gönderiyorum sana. Bana, kucaklarında seni getiriyorlar; Ben de sonra o seni getiriyorum sana. Özdemir Asaf ELİF       Onu ilk gördüğüm günü anımsamıyorum. Bendeki başlangıç, elinde göz damlası, odamın kapısını çalmaksızın içeri dalışı ve "Hiç işe yaramadı bu ilaç" deyişi... Sağlık ocağımdaki olanaklarımın kısıtlılığından her derde deva olmam olanaksızdı, ama bu kız çocuğunun sorunu neydi acaba? Odama girişiyle irkilmiştim. Hem uğraştığım bir iş vardı hem de bir kız çocuğu yanında büyüğü olmaksızın odama dalıyor, tedavimi yargılıyordu. Elimdeki evrakları bırakıp "Gel bakalım. Baştan anlatmaya başla." dedim. Ezberi yarıda kesilmişcesine durakladı ve usulca masamın önündeki sandalyeye ilişti. Doğrudan yüzüme bakıyordu. Sekiz-dokuz yaşlarında olduğunu düşünmüştüm, on üçmüş. Ufak tefek, yöre çocuklarının pek çoğuna göre sağlıklı görünen, eli yüzü temiz, gözlerinde farklı bir pırı...

Buluşmaların İzi

Resim
Bir Hafta Gibi Bir Hafta Sonu Hep denir ya sayı değil kalite önemlidir, nicelik değil nitelik. Ne kadar doğru. Hem de yaşama ait her konuda geçerli bu değerlendirme. Daha giderken biliyordum nasıl dolu dolu geçeceğini, ama güzel rastlantılar ve  küçük yönlendirmeler de devreye girince beklediğimin çok üstünde bir hafta sonu programı oldu. Aslında hepsini başlatacak bir gerekçe gerekiyordu. Sevdiğim, değer verdiğim, değer gördüğümü hissettiğim bir insanın nikahı bunun için biçilmiş kaftandı. Kalkıp İstanbul'a gitmek için olabilecek en güzel nedenlerden biriydi. Pazar gün, öğleden sonrası yazıyordu davetiyede. O zamana dek bir buçuk gün gibi bir süre, nelerle nelerle doldurulurdu. Düşünmeye koyuldum ve bir yandan da denk gelişine bırakmaya karar verdim. Cuma günü mesai saatleri de dolu dolu yaşandı. Adım gibi eminim ki anlatmaya değer bir çok an yaşandı. Anlatılmayınca unutuluyorlar. Hemen yazamadım, yollara düştüğümden. Sonra da akış beni öylesine ele geçirdi ki değil yazmak,...

Notanın İzi

Resim
SOKAKTAKİ MÜZİK “Her şeyin bir yaşı var” denmesini anlayamıyorum. Böyle söyleyenlere hemen karşı çıkıyorum: Bu yaşlar ve ancak o yaşta yapılacaklar birbirleriyle nasıl eşleştiriliyor peki? Kim belirlemiş? Önce ayrı torbalara konsalar, sonra sırayla bir ondan bir bundan çekiliş yapılsa ve sonuç açıklansa o zaman mantıklı olabilirdi. “Falanca iş, ancak şu zamanda….., neymiş bakalım, hah evet ancak şu yaşta yapılabilir, daha sonra olmaz” dense belki kabul edebilirdim. Yok “Bu kısıtlamaları, ortak akıl ve ortak deneyim, yıllar içinde deneye deneye belirlemiştir,” deniyorsa bu bana göre pek akla yatkın değil. Aslında bunlara çatmak daha önce hiç aklıma gelmemişti; ta ki belli bir yaşın üzerine çıkana dek. Artık “Belli bir yaştan sonra yapılamazlar” sınırının öte tarafındayım ya, ben karşı çıkmayacağım da kim karşı çıkacak? Müzik aleti çalmayı öğrenmenin de bir yaşı varmış. Ne kadar erken başlansa o kadar iyi olurmuş. Sonradan öğrenilmesi zormuş. Benim için kışkırtıcı söylemler bunlar....

Renklerin İzi

Resim
KÖŞKTEKİ GİZ Her gün geçip gittiğim yolun, daha önce ilerisine geçmediğim noktasından sonraki kısmının en ucundaki, çıplak yamaçları izleyerek vardığım dorukta, sık ağaçların arasında saklanmış olan kocaman bir köşkle karşılaştım. Bir harabeydi; bakımsız, terk edilmiş. İlk gördüğümde içine girmeyi düşünmemiştim. Çevresinde dolaşıp dışarıdan kabaca gözlemekle yetinmeye niyetliydim. Ama yetinemedim. İlgimi çeken insansızlığı mıydı? Beni kapısının önüne dek getiren, kapalı olmasını dileye dileye o heybetli kapıyı ittiren güdü, yüreklilik mi, serüvencilik miydi? Kapı açıldı. Önüme bambaşka bir dünyanın serildiğini daha o anda sezdim. Girişteki geniş koridor, sonsuz bir tünelin ucuna uzanıyor gibiydi. İlerledim. Baştaki aydınlık çabuk tükendi. Yanımdan ayırmadığım küçük ışık kaynağım yardıma yetişti, önüme ince bir ışık yolu düşürdü. Köşkün içlerine doğru yürüdüm o yoldan. Gün ışığını içeri almak için pencerelere yöneldim. Gördüm ki ışığın odaya girişi, ahşap pervazlara çakılı kep...